Aslında görünüşüzle hiç alakası olmadığını ise burada 3 aydan fazla süre geçiren herkes anlar diye düşünüyorum.
Benim düşünceme göre burası bir kör nokta... evet... Şöyle düşünebilirsiniz : Animatrix'i seyredenler oradaki bir sahneyi hatırlayacaklardır. Herşeyin havada asılı kaldığı, güya doğal kanunların işlemediği bir alanı bir grup çocuk farkediyorlardı, ve tam tadını çıkartmaya başlamışlarken, matrix ajanları tarafından hem alan hem de çocuklar güzel bir format yiyorlardı. Göttingen öyle bir yer işte. Ya da anladığım kadarıyla pek popüler (ve benim inatla seyretmediğim) Lost isimli dizideki konsept de Göttingen'in işleyişine yakın. Ya da Otostopçunun Galaksi Rehberi'ndeki Sonsuz Olasılıksızlık Motoru'nun (infinite impossibility drive) mantığı da burada yaşadığım pek çok olayın ilginç bir analoğu olabilir.
Bu kadar uçuk açıklamalara girmeden de konuya dalabilirdim, ama canım böylesini çekti... açık hava akıl hastanesine hoş geldiniz. Burada normal adama rastlamazsınız daha doğrusu normalin tanımını değiştirmenizde yarar vardır.
Abartmıyorum. Hatta passaparola cansuyu diyorum.
Burada kazandığım bir aile var. Bu aile bana arkadaşlık kavramını da normallik gibi yeniden tanımlattı. Çünkü en başta birbirimize bakış açımız gurbet kavramından beslendi, normalde bir araya belki de kolay kolay gelemeyecek insanlar olarak, ortaklıklarımızı keşfetmemizden olduğu kadar farklılıklarımızdan da çok keyif aldık.
Zamanla ister istemez yoğun bir çekirdek oluşturduk, zaman zaman bu çekirdek yoğunluğundan ötürü içe doğru çökmeler, kara delik oluşumuna yakın durumlar da yaşadı.
Şimdi şöyle bir baktığımda, hayıflandığım pekçok yönüne rağmen bu şehri sevebilmemin altındaki nedenlerin bunlar olduğunu düşünmeye başladım.
Hani derler ya yazsam kitap olur diye... Yok, kitap yazmaya yetişemeyiz. Çünkü her an herşey bizi şaşırtmaya, inatla tüm düşündüğümüz, hesapladığımız olasılıkların dışından olaylar sunmaya devam ediyor.
Burası bize kendimizi aşmayı, anlamayı, fark etmeyi ve en önemlisi de sevmeyi öğretti bence.
Eski defterleri resimleri karıştırdım biraz. Deliliğimizi çok sevdiğimi fark ettim. Çok güzel olmuşuz burda aslında, tam kıvamına gelmişiz. Bunda biraz da kendimizi adayıp, uğruna türlü fedakarlıklar yaparak geldiğimiz, gönül verdiğimiz "işimiz"in, doktora sürecimizin de katkısı büyük. Hangi dalda, hangi konuda olursa olsun. Ne öğrenmeye çalıştıysak inatla günlük hayatımıza da sokmaya çalışmışız becermişiz de üstelik.
Ben hem eskiye bir selam çakayım hem de birkaç örnek vereyim diye yazıyorum bu yazıyı. Çünkü aslında bu enterasanlıklar öyle boşuna geyiğine enterasanlıklar değil.
Başlarken Buket'e saygı ile başlamam gerek. Bizim üniversite yıllarına dayanan bir dostluğumuz ve bunun yanında paralel giden bir "garipleşme" sürecimiz vardı. Hatta ilk geldiğimizde bizi bir arkadaşına "Bunlar da ne? Biri tuhaf biri acayip" şeklinde betimleyen sevgili cansuyu da ilerleyen zamanla beraber açıldı, saçıldı, ve kendisini de "biri garip" tanımlamasıyla cümleye kattı.
Buket'le bir oyun gibi oynadığımız şey bir nevi yadırgatmaydı galiba. Karşılaştığımız durumları ekstremlere çekip dalgamızı geçtik. Ve her anıyı, her çıkarımı aklımıza kazımış olmamız yetmedi, duvarlara, defterler, dolap kapaklarına da yazdık!!
Bir Esra da vardı bu gelişim sürecinde... Nev-i şahsına münasır olmak nedir o öğretti diyebiliriz. Sessiz sakin olandan beklenirmiş en büyük patlamalar. Sonra Tuba ve onun yüksek ölçek kahkahalarının içinde barınan güce şahit oldum, çok memnun oldum. Sinan Paşa'mız ve onun incecik incecik gelen esprileri GöTürÜn günlerine, sazı da rakı gecelerimize renk kattı. Cansu'nun bitmeyen enerjisi ve pozitifliği hüzünbazlığımı bozmayı başardı. Rami'nin abiliği, aklından geçeni hiç çekinmeden yapması (hatta bizim adımıza da :)), Burcu'nun doğallığı, Mehmet'in saf kardeşliği...
Bu liste uzaar gideeer...
Bu yazı ciddi bir yazı olarak devam edemeyecek amacı da o değildi. Biz çok eğlenmişiz, siz de eğlenin demek asıl amaç aslında...Kelimelerin, bakışların arasına anlamlar gizleyerek anlatılmaktan yorulunmuş olanı anlatmak ve işe biraz eğlence biraz da absürdlük katmak bizim yadırgatma oyunumuz.
Misal;
"Güle güle susmak"taki incelikler...
Her hıdrellez, güllerin altına sıkıştırılan hayallerden gına geldiğinde "Sevgili Hıdrellez, sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım " diyebilmek...
Herşeyi haddinden fazla inceleyen "mürekkep dolu beyinler"in bu incelediklerinden çıkardıklarını itinayla "belgelemesi" ve bir de zaman-mekandan bağımsız şekilde aynı anda bunu yapabilmek yani "paralel belgelemek"..
Ve bir GöTürÜn sözlüğü inşa etmek sonunda...
Ben buraya geldiğimde, pop hayatta dinlemeyen, genelde kendi içinde yaşayıp giden, dans filan da etmeyen bir tiptim. Ama dans etmenin en güzelinin, sevdiğiniz insanlarla, nasıl dans ettiğinize aldırmadan kendini müziğe kaptırmak olduğunu keşfettim. Üstelik o sırada çalan müziği hissetmiyorsunuz bile...
Herkesin birşeylerden kaçarak, ama kendinden kaçamayarak, belki de biraz da kendini bulma umuduyla geldiği bir yerde birbirine ayna olabilme ne kadar büyük bir şansmış, bunu öğrendim.
En güzeli, çeşitliliğin önyargının tek ilacı olduğunu, inanılmaz tek renkli bir toplumda bile istendiğinde o çeşitliliğin barındırılabileceği bir grup yaratılabileceğini ve böyle bir grubun , o grubu gözleyerek yaşayarak öğrendiklerinizin hiçbir kitaptan, dersten öğrenilmeyeceğini öğrendim.
Kısacık hayatlarımızda farkındalık için en kestirme yolun dinlemekten, farklı hayatları tanımaktan ve onları anlamaya çalışmaktan geçtiğini farkettim.
Bunları şöyle bir öğütünce kim ne demiş çok da umursamadan yaşanılabileceğini, çevreden bağımsız ama onun içinde bir özgürlüğün ancak bu şekilde başlayacağını gördüm.
Tanımları, hesapları, uzun vadeli planları bırakmanın insanı ne kadar hafiflettiğine de çok kez şahit oldum, birebir yaşadım.
Bir kavramın tek bir isminin, tek bir anlamının olmadığını, olamayacağını, bizden bağımsız hiçbir tanım varolmadığı için o tanımlarla olsa olsa kendimize konforlu hapishaneler kurabileceğimizi farkettim.
Yani böylesi deliliklerin, incelikli olmanın ve incelemenin getirdiği bir deliliğin, insanı özgürleştirdiğini anladım.
Şimdi böylece, daha iyi anlıyorum bu şehrin kör noktalığını... Ve daha çok seviyorum.
Hepinizi ey GöTürÜn insanları, dostlarım ve Göttingen,
Ben aslında hepinizi en derinden seviyorum.