Sayfalar

Salı, Ağustos 31, 2010

Sir

Basini kaldirip duvardaki saate bakti: 04.33. Tam bes saattir yatakta donup duruyor, kogusundaki hiriltilari dinliyordu. Asagi yukari her gece sayiklama aliskanligi olanlar da vardi, pencereleri titretecek kadar yuksek perdeden horlayan da. Ama alismislardi birbirlerine, hic kimse birbirine aldirmadan uyuyordu.

Son bir haftadir uyumayan tek kisi oydu.

O her gece sesleri dinliyor, karanlik dvuarlara, pencereden yansiyan ay isiginin duvarlarda yarattigi beyaz perdenin ustunde sessiz bir filmin kahramanlari gibi hareket eden golgelere bakiyordu.

Uyuyamiyordu. Safak sokene dek.

Gun dogunca uyursa tembellik ediyormus gibi gelirdi.  "O halde" diye dusundu, "cekinmeme de gerek yok". Herkes gecenin karanliginda gordukleri aydinlik, rengarenk ruyalardan sonra taze taze yataklarindan kalkarken o kendisini anneannesinin balkonuna serdigi biberler gibi hissediyordu. Gun isigi vurdukca kuruyordu.

"Doktorla konusayim bi" dedi. Ama vazgecti hemen. Konussa ne ediyecekti. "Saat 5 sularindan on kapiya cikarsaniz bir kiz cocugu goreceksiniz. Eskiden konakmis ya burasi, o kiz hizmetcinin kiziymis. gunduz bahcedekki o guzelim havuza girmelerine izin vermezlermis. O da geceleri girermis, ay isiginda. Bi gece ay gitmis, o de gorememeis havuza giderken bastigi yeri. Ayagi kaymis dusmus, kafasini havuzun basindaki aslan heykelinin pencesine vurmus. Sabah annesi bulmus onu, o annesiyle konusmaya calismis ama annesi duymamis. "Kizim uyan, canim kizim uyan, terketme beni" deyip durmus. Kiz neden boyle dedigini anlamamis annesinin... Onunla konusuyormus cunku, uyanikmis zaten. Ayaga kalkinca anlamis annesinin niye agladigini.... Kendi cesedini gorunce anlamis. Cok feci."

Evet, boyle diyecekti derse. Sonra ona ilaclar verip uyutacaklardi. Ayri bir odaya alacaklardi ustelik. O kogusu seviyordu. Kogusun sesini, insan kokusunu seviyordu. Varsin uyutmasindi kiz cocugu. Ona da alisirdi yakinda, ya da kiz belki uyumasi gerektigini anlar, susardi.

Daha once digerlerinde oldugu gibi....

*********

Guzel, alimli bir kadindi. Ona gozunun ucuyla bakanlar bile hemen etkilenirlerdi. Cok degil birkac ay oncesine kadar ne kadar coktu etrafinda isiga cekilen pervaneler gibi donup duranlar.

O yakiyordu hepsini, kavuruyordu. O aldatici beyaz isiklarin, ustlerine konan pervaneleri kavurdugu gibi...

Simdi ise yakinina gelip gozlerinin icine bakmak yeterli olurdu niey burada oldugunu anlamak icin. Gozler, zaten bir tek gozler,, iceridekilerin disariya uzattiklari koprulerdi. O kopruler korkutuyordu bazen diger insanlari. Belki de o koprulerden uzanan ellerin coklugu korkutuyordu onlari. Bilmiyordu. Ama iste, sonucta buradaydi.

Her sabah bir saatten fazla ipeksi gur saclarini tarardi. Agir agir. Simsiyah saclari bembeyaz yuzune dusunce eski Turk filmlerindeki gibi bir guzellik cikardi ortaya.

O guzellik sessizdi. Sir pek konusmazdi. Cunku sesi yoktu aslinda, sesi bir hiriltidan ibaretti. Pekcok doktorlarindan biri "Sadece isteksizlik" demisti, "Konussa da konusmasa da bir onun icin. Ugrasmiyor konusmaya. Ses tellerinde bir sorun yok." Yine de birsey soylemesi gerekirse, hiriltilarina anlayan anliyordu. Konusmak yerine yaptigi tek sey kibar mimiklerdi. Gulumseme, bir bakis belki... Gunleri sessiz sessiz, kogusu ile bahcedeki gullerin yaninda, havuza bakan bankta geciyordu.

"Filozof bu" derdi eskiden arkadaslari ona. Gercekten oldugu icin degil, hic konusmayan bir felsefe ogrencisi oldugu icin. Yillari Sokrates'in, Eflatun'un ardinda, Kant uzerine kafa yorarak gecmisti. Universite yillari. Felsefe bolumunu birincilikle bitirecekti eger ...

Herkes herkes konusuyordu. Herkes. Kafasinin icinde donup duran sesler... "Sans" dedi biri. "Cok izin veriyorsun bunlarin konusmasina" diye sikayet etti digeri. "Sana ne bilmem kim ne demis, ne dusunmus. Otursaydin evinde edebinle, coluk cocuga karismistin, ailen olmustu simdiye. Universiteye gittin de ne oldu, basin goge mi erdi yani?" dedi baskasi. "Sallama onu... Tas devrinde kalmis o, bosver. Sen tadini cikardin mi hayatininin bugune kadar? O onemli." dedi capkin capkin goz kirpan bir digeri. Hepsini sadece dinleyen ise "Aciktim" dedi. Kalkti, konaga girdi, yemek saatiydi.

**********

Havuzun kenarinda diz cokmus, yansimasina bakiyordu. Eliyle yansimanin burnuna degdi, yuzu dagildi suyun ustunde.

Kalkip dolasmaya baasladi.

"Burasi rahat" dedi hafif bir hiriltiyla. "Kalabalik degil burasi... rahat."

Her zamanki bankina oturdu. "Rahat ama ne zaman gelecek bilmiyorum ki." dedi icinden. "Hayat boyle gecmez. Cok sikildim burada." Bir telefon etsem diye dusundu. Yine de epey bir oturdu, havuzu seyretti. Sonra kalkti, merdivenlere yurudu. Uzun beyaz parmaklari zarifce kavradi trabzani.

Ve durdu.

Merdivenlere hayatinda hic merdiven gormemis gibi bakiyordu. Basini kaldirip kocaman tahta kapiya korkuyla bakti. Dehset icinde hizla arkasini dondu, basi uguldamaya baslamisti, bahceye bakti, bahcede yavas yavas ona donen yuzlere... Telasla bir saga bir sola bakiyordu anlamayan gozlerle. Siki siki yapisti trabzanlara.

Bogazindan yukselen en yuksek hiriltiyla bir ciglik atti. "Nerdeyim ben? Nerdeyim ben? Halil nerede? Beni alacakti, nasil bulacak beni? Halil nerede? Gelsin beni alsin. Halil..."

********

Gozunu acti. Doktor yanindaki hemsireler bembeyaz yuzlerle ona bakiyordu. Ellerinde ayaklarinda bir agirlik hissetti. Tutuyor olmaliydilar. Burnuna taptaze cicek koulari geliyordu. Bahcedeydi.

Sonra hatirladi...

Merdivenleri taniyamamisti once. Bu eski konagin bahcesi birden ona yabanci gelmisti. Birden birbirinden kopuk anilar ususmustu yine. Nerede oldugunu hatirlayamamis olmaliydi. Neden burada oldugunu...

Merdivene cokmustu demek... Bugulanan gozlerinden artik birsey goremiyordu. Aklindan hep sorular geciyordu birbiri ardina. Sonra Halil ellerinden tutuyordu. "Cok okudun bugun, artik yeter". Icini isitiyordu gulumseyisi. Sonra birden hersey karariyordu, kulaklari sagir eden bir ugultu, hersey ters yuz oluyordu sanki bir anda. Halil gidiyordu, sevdigi herkes hersey gidiyordu. Ona silik siluetler halinde donmek uzere gidiyorlardi. Bir tek Halil donmuyordu. Sonsuza dek donmemek uzere gidiyordu Halil.

Titredigini hatirliyordu bunlari dusunurken. Akordiyon gibi katlanmis 7 katli binanin enkazindan onu ilk cikardiklari zamanki gibi titredigini. Sonrasi cok hizli geciyordu gozlerinin onunden, siren sesleri, cigliklar, hastane gunleri.... Halil gitti diyorlardi ona, Halil yok. Kimsen yok artik... sonra Istanbul... bu konak.

Onun ebedi hapishanesi...

Agladigini hatirliyordu merdivenlere cokerken.... Merdivenlerden kosarak inen doktorun ayak seslerini duydugunu hatirliyordu. Tam o sirada dizlerinin dibinde yeniden beliriyordu kucuk kiz.... ve digerleri... bazilarin yuzleri ustleri toz icinde, kan icinde... "Git basimdan" diye bagirmisti, "Hepiniz... hepiniz gidin!!". Sonrasi karanlik. Bayilmis olmaliydi....

Basini kaldirdi. Doktoru endiseyle gozlerinin icine bakiyordu. Geldiginden beri hic konusmayan, bir hayalet gibi dolanmaktan baska birsey yapmamis olan Sir ilk defa boyle bir kriz geciriyordu. Doktor elini uzatti, genc kadinin saclarini oksadi yavasca. "Iyi misin simdi? Seni yukari cikaralim mi?"... Genc kadin bos gozlerle doktora bakti, hafif bir hirilti dokuldu dudaklarindan : "Evet, gecti."

Çarşamba, Ağustos 25, 2010

Açıkça...

Bilemiyorum.


Ben bugün görsem seni

Ne yaparım ?

Sen ne yaparsın peki?

Üzer seni aklım

Bunca geçmişten sonra.

Kalbimse beni.

Sensiz senle attıysa,

Seni görünce

Durmasından korkarım.


Oysa bilsen ne çok...

Ne bir duygu, ne kelime

Hiçbir şey yok.

Anlatılamayanda kilitli kaldım

Senelerdir.

Geçmiyor.

Geçmiyor.


Ve belki sen, hiç bilmeden...

Duymadığım bir namesinde,

Duymadığım güzel bir şarkının,

Belki sen, hiç istemeden...

Benim seni istediğimi

Sensiz eksildiğimi bilmeden...

Bir tek sözün

Sınırları birleştirecekken sen

Farkında mısın?


Sesini duymak için eksiliyorum.

Her işaretini, her bir kelimeni

Kendime yoruyorum.

Bu şüphe, bu "Keşke.."

Beni öldürüyor her geçen gün.

"Gerçekten mi, yoksa başka biri

Başka bir düşünce mi?"

Düşünmek,

Ah, sadece düşünmek bile

Beni öldürüyor.


Bilemiyorum.

Kalmadı kafamın içinde

Danışabileceğim tek bir hücre.

Açıkça,

Yalvarırım açıkça söyle :

Unuttun mu beni?

Yoksa hala aynı rüyada mısın

Benimle?

Cuma, Ağustos 20, 2010

Söylenmemek Lazım (Kalp Taşı)

Bugün Aşk'ı tartıştık.

"Yok olur mu ki Aşk'lar?" dedik...

Sonra düşündük, "Mesela..." dedik, "Böyle olsaydı..." dedik, "Hayatta neler değişirdi?" dedik, "Değişir miydi ?" dedik.

Sonra baktık yine delice bir ayinde, kendin geçmişcesine Aşk'a tapınmaya başlıyor içimizdeki deliler... "Çok ileri gittik." dedik, sustuk.

Oysa konuştuklarımız "acaba" bile olamayacak şeylerdi. Birer "keşke" hiç değildiler. Sadece "Şimdi şu anda burada olsa..." dedik, şansa bakın ki bu beş kelime içimizdeki delileri uyandıran parolaymış.

Oysa biz sanıyorduk ki, Aşk artık bize uzak, Aşk başka diyarlarda gönlünü gezdiriyor. Hatta belki de Aşk bize küstü sanıyorduk.

Ne kadar yanılmışız gördük. Aşk nasıl kendini tohuma çekmiş, beş kelimelik bir sorunun dillenmesini beklemiş birden o dikenli gül fidanına dönüşmek için, gördük.

Farkettik ki, o gitti sandığımız Aşk, sadece hacmini küçültmüş. Hacmi küçülmüş ama yoğunluğu da artmış. Yani artık kalpte daha az yer kaplıyor sanarken biz, o küçüldükçe ağırlaşmış ağırlaşmış. Sonunda gelip kalbimizin miniminnacık bir yerine saplanıp da bir daha yerinden oynatılamayacak bir taş haline gelene kadar ağırlaşmış.

Biz sanmışız ki, artık boşalan kalbimizde yeni Aşk'lara yer var. Oysa o kadar ağırmış ki kalbimiz boş yer de olsa yoğunluğu düşmek zorunda kalmış yeni Aşk'ların... Tüm kalbimizi verdik sanırken bile içleri boşalmış.

Hep o içimizdeki Kalp Taşı'ndan... Hep o bizi terketmeyen Aşk'ın tohumundan.... Diğerleri surette kalmış.

Bugün de bunu farkettik.

"Ama" dedik, "hiç yakınmayalım. Ağır da olsa, canımızı acıtmak için pusuda yeşermeyi de beklese, en azından bizim bir tohumumuz var." Öyle ya, buna da şükür...

Suretine gelince,o da hiç olmamasından iyidir.

Söylenmemek lazım.

Pazartesi, Ağustos 09, 2010

Soruluk....

Güzel bir yas 27... Güzel. Ne 25in, genclikten yetiskinlige gecis yillarinin etkisi var artik, ne de 30li yillara yapismis agir sorumluluk duygusunun.

Her ikisi de neden yapismistir bu yaslara? Yine kültürle gelenek görenekle aciklayabiliriz, aciklariz da... Bir kadinin 30una geldiginde evli barkli olmamasinin evde kalmak olarak degerlendirildigi bir toplumda elbette 30 ister istemez hafif ürkütücü bir yastir.

Ama o da degil...

30 sanki bir planlama bir progrmlama yasidir. Eger 30un gelisini goruyorsan, hayatinin bu donemi acildiginda ne yapacagini bilmelisin demektir.

27de durunca hem 25i hem de 30u gayet net gorebilirsin. O netlik de sana yapman gereken planlamalarda yardimci olur.

Ve bir 27nin icindekiler bir 25ten yada bir 30dan daha fazladir sanki... 27 kaosun icinden yukselen dogrugan enerji gibidir. 25teki umarsiz devinim gelir, 30daki sorumluluk bilincine donusmek icin bu yangin yerinden gecer.

27nin enerjisi iyi degerlendirilmelidir. Sonrasinda kaybolabilir cunku insan. Hepsi icin olmasa da bazi sorulari sormak icin, bazi adimlari atmak icin 30 cok gectir, 30 geldiginde ne yone gidecegini bilmek icin bazi cevaplarin olmalidir elinde.

Mesela, sen, her gun o gununu inceden inceye tekrar dusunen ve ne kadar istese de bundan kacamayan sen...

Sen biliyor musun gercekten kim oldugunu ve kapasitenin ne oldugunu?

Yeteneklerin ne biliyor musun? Hangi yeteneklerin önemli? Onlarla neler yapmak istiyorsun?

Kimsin sen gercekten kim? Sordun kendine yüzlerce soru her sabah belki de ama hala bir cevabin yok bütününde... Ne kadar diyebiliyorsun ben buyum diye? Ne kadarini kendinin baskalari sekillendiriyor?

Hangi yönlerin olgunlasmis, nelerin cig kalmis? Nelerin hep cig kalmasini istiyorsun ve neden?

Habire soru sorup duracakmisin hayatin boyunca? Gercekten istedigin bu mu? Yoksa sende de bir yerlere, bir inanca, bir ideolojiye kendini capalama ihtiyaci cikacak mi ilerleyen yillarda?

Dürüst müsün kendine? Dürüst müsün cevrene?

Kac masken var senin? Bir temizlige girissen, söyle bir silkelesen kendini kac kisi dökülür icinden ve kaci gereksizdir, kacina ihtiyacin var hala ve de olacak? Neden? Neden bir tane yetmiyor veya gercekten yetmiyor mu?

Ne yapacaksin hayatinin olgunluk doneminde? Ne senin icin ilk onemli neler daha az onemli? Nasil baslamali nasil bitirmelisin aklindakileri? yapabilir misin gercekten ve nasil?

Kimi seviyorsun en cok? Bir cocuga sorulan soru gibi... Hangisini daha cok seviyorsun? Otur dusun, senlerini,aileni, dostlarini, asklarini , asiklarini....

Ailene nasil daha yakin olacaksin? Bu ozlemini nasil gecireceksin? Ne yapacaksin iki yakasi bir turlu biraraya gelmeyen bu gomlegi uzerinde tutmaya calisirken?

Adil misin gercekten? Kendine, ailene, dostlarina, ihtiyaci olanlara, tanidiklara, tanimadiklara?

Nerden gelir senin adaletin, yargilarin? Nedir senin hayata bakisin? Senin ahlakinin cizgileri var midir? Neler olusturur senin ulkenin sinirlarini? Kimlere giris serbesttir? Kimler disarida bekler durur? Kimler yasaklidir?

Sen kimlere yasaklisin? Neden?

Sen kimleri seversin? Kimler seni sever?

Kimlerin üzerinde izin, emegin var? Kimlerin senin uzerinde izleri, emegi var? 

Hangisi huzur vermis kalbine ogrendiklerinin, hangisi buyutmus nefretini, kinini? Tabii bir de, nasil ogrenirsin sen? Nasil ogretirsin ogretmek istersen?

Ogretin var mi senin? Kimdir ilk ogretmenlerin?

Ask nedir senin icin? Sevdan nedir? Bir insana duyulan midir Ask yoksa daha genis midir?

Kime asik olabilirsin sen? Kimi istersin bir omur yaninda yada istermisin birini gercekten?

Kimi cekmek istersen yanina bir sevgili olarak? Kimleri gorur gozun, kimleri farkedersin ve neden? Ne kadar vaktin, enerjin var bir sevgiliye ayiracak gunu ve yeri geldiginde? Ona neler verebilirsin, ondan neler beklersin?

Yalniz misin sen? Seviyor musun yalnizligi eger oyleysen?

Guclu musun? Inatci misin? Anlat nasilsin? Bir mucadelenin bir savasin icine dalabilir misin gozlerin kapali?

Sen neden bilimi sectin meslek olarak? Hangi meslegi en iyi yaparsin? Peki ne yapacaksin geri kalaninda hayatinin?

Bir tepsi var onumuzde sanki, gumus bir tepsi, once kenarlardan golgelerde kalmislarindan baslamali parlatmaya....O tepsi paril paril olmali, gun isigina cikana dek....

30una kadar sure veriyorum kendime... aklima gelen her soruyu yazip da her soruyu cevaplamak icin 30uma kadar sure veriyorum...

Yorulma luksum yok artik benim...

Vazgecmekten de yillar once vazgectim.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails