Sayfalar

Cuma, Nisan 30, 2010

Bilmemenin dayanılmaz hafifliği

Gözlerim ağrıyor, beynim yanıyor.
Ve ben susuyorum.
Çünkü anlatamıyorum.

Hala ne olduğunu anlayamadığım, çözemediğim bir şey bu. Ne zaman başladı, ne zamandır benimle bilmiyorum. Sanki bir anda gelip yerleşen davetsiz bir misafir gibi. Gitmiyor.

Ben iyi miyim? İyiyim herhalde. İyinin yanına bir kötü tanımlamak gerekir ya, gazetelerden bir kötü örneği seçiyorum her gün. Her gün gazeteler kötüleşiyor. Ben de daha ve daha iyi oluyorum. Bir nevi şükür gibi sanırım.

Ama o her neyse gitmiyor. Kafamın bir köşesinde. Sanki üzerimden hiç ayrılmayan bir çift göz gibi.

Huzursuz değilim. Aksine bana ilginç bir huzur getirdi. Hissizlik, umursamazlık ile farkındalık,sakinlik arasında ince bir çizgi vardır ya, ikisinin de en üst noktaları birbirine kaynakla birleştirilmiş gibidir. Tam o birleşim noktası hani, bir gariptir, bir sıcaklığı vardır o kaynamadan dolayı. Tam soğumadığı için adımınla şekillenir, sınırın neresinde olduğunu anlayamazsın. Çok da güzeldir, çünkü adımın yumuşaktır, yormaz, kayarsın düşüncelerinde bir oraya bir buraya... ama çok sessiz. Hiç efor sarfetmene gerek kalmadan, sanki kendi hayatını dev ekranda izliyorsun gibidir. Öyle bir garip huzur var içimde.

Ne okusam ne görsem kendime yoruyorum. Ama yormadan, yorulmadan.

Hep demişimdir, tüm hisler, tüm düşünceler, zaman, evren, herşey... Çizgisel değildir. Dairesel de değildir. Döngüleri arasında çok ama çok küçük mesafeler olan, neredeyse bir çember gibi görünen spirallere benzer. Geçtiğin noktalar hiçbir zaman birbirinin aynı değildir evet,ne hisler ne de zaman. Ama bir uç da yoktur.Hüzünle mutluluk, korkuyla güven, coşkuyla sakinlik... zıtlık yoktur, baş son yoktur. Ama geçtiğin noktalar da aynı değildir. Bir hissin bir diğerine ne kadar benzese de özgündür. Yani herşey ama herşey içiçe geçmiş spiraller gibidir. İşte şimdi o spirallerin sanki hepsinin kesiştiği bir yerdeyim. O kadar ilginç şu halim.

Herşey var ama hiçbir şey yok. Ve bunu o kadar iyi anlıyorum ki şimdi.

Deliler gibi paylaşmak istiyorum, her anımı... Sanki herşeyi herşeyi kaydetmeliyim, paylaşmalıyım gibi... Aslında biliyorum, olmayacak bu, kayıp gidiyor ve gidecek. Ama yeni ve daha önce hiç karşılaşılmamış bir şeye bir çocuğun duyduğu merak vardır ya. Hani herkese göstermek iste, herkesle paylaşmak ister, ama yine de kimseye dokundurtmaz, öylesine sahiplenir. Tam bu haldeyim işte. Ne olduğunu bilmediğim bu hali öylesine sahiplendim ve paylaşmak için deliriyorum ama... ama olmuyor. Ne sahiplendiğim bende kalıyor, ne de paylaşabiliyorum.

Bu noktada devinim başlıyor durduğum nokta etrafında. Duygu selleri, bir oraya bir buraya... Düşüncelerin izi yok. En dengeli nokta şu an üzerinde durduğum belki ama etrafında kaosun da en yoğun hissedildiği yer bu yüzden. Herşey, en ufak bir devinim bile geri ona döndürüyor. Sonucu belli her hareketimin. Ama durduğum yerde de duramıyorum, belki de bu güven beni durmadan düşündüren...

Yani bilmiyorum. Bilmemenin bu kadar konforlusunu da görmedim daha önce. Bilmemeyi bu kadar sevmedim hiç.

Bilmemeyi ve bilmeyi de çok dert etmemeyi kendime yordum. Kendime özedim. İsmime uydum.

Ve bilmemek üzerine bu kadar yazmak da ne kadar rahatlatıyor, bilemezsiniz!

Salı, Nisan 27, 2010

Bir

2005 arsivinden...


Gözlerinde tüm cevaplar.

Gözbebeklerinden aktım kalbime doğru.

Bir kalpte tek attık bembeyaz.

Bir bedende can bulduk bembeyaz.

Ab-ı hayat fışkırdı durmadan

Gözlerimizden ışık olup.


Kükresem gökyüzü dağılır rengarenk olurdu.

Kükresem birleşir bembeyaz olur şimdi.

Bütün kendi rengini buldu Aşk'ta.

Sen mi ben mi, yok ki başkası Bir'den.

Ben mi sen mi, ne farkeder.


Bir ney taksimi çalıyor şimdi

Gökyüzü, rüzgar olup

Birleşen parmakların arasından.

Bir raks edişi var ki tenin gönle doğru,

Ab-ı hayat fışkırdı durmayıp damarlarımızdan,

Hayatı başlattık yeniden ve yeniden.


Dokunsa bakışların yakardı aklımı,

Dokununca tenin benliğimi yakıyor şimdi.

Bütün kendi tadını buldu Meşk'te.

Sen mi ben mi, yok ki başkası Bir'den.

Ben mi sen mi, ne farkeder.


Çaresiz şimdi

Bütün duyular ve duygular,

Bütün bilmeler ve unutmalar...

Caresiz şimdi telaslarim.


Gerçek kalpten zihne akmakta iken,

Tek bir bedende yeniden can,

Sen ben iken ben sen olup

Ben seni bilirim.

Gün gelince, zaman bitince...

Bilirim.

Pazartesi, Nisan 19, 2010

Göttingen'e de bahar geldi

Paris'i anlatmayı sürekli geciktirdiğimin farkındayım ama güzel bir yazı hazırlamak istiyorum ve şu son zamanda vakit ayıramıyorum.

Onun yerine, şu sıralar Göttingen için çok önemli bir olayın, Güneş'in tadını çıkarmaya çalışıyorum. İzlanda'daki yanardağ aktivitesinin buralara sürüklediği kül bulutuna rağmen dün ve bugün her yer günlük güneşlikti. Ağaçlar birden çiçek açtı, kampüs muhteşem görünüyor. 

Tabii enterasan böcekler de ortaya çıkmaya başladı. Benim buraya geldiğimden beri korkulu rüyam haline gelen devasa arılar da dahil bunlara...

Ama onlarla baş etmenin, daha doğrusu korkumu alt etmenin bir yolunu buldum : Onları ünlü yapıyorum!! Nasıl mı? Böyle ... 








Yeni fotomodellerim, hoş geldiniz! 


Pazar, Nisan 18, 2010

Gerisin Geri

Olmuyor, belki de olmamış hiç aslında.

Aktı sandığım tüm o sular

Birikmiş derin bir kuyuda.

Denize çıktı sandıklarım meğer

Hep bana akmış gerisin geri.


Kendimi buldum derken öylesine dağılmışım.

Ne kadar çok yanılmışım.

Acıtmaz sandığım şarkılar

Pençelerini mi bilemişler

Ve beklemişler sessiz sessiz.


Çoktan gitti sandığımmış benliğime kazınan.

Uykusuz gözlerimden, yastığımın kıvrımlarından,

Aşk bana asıl oyununu oynamış

Ve içeri süzülmüş

Usulca, sinsi sinsi.


Tek bir umut bırakmış geriye

Tek bir acı hayalin tadını dilimde.

O, boşluk değilmiş göğüs kafesimde.

Benim aslında bir kalbim varmış.

Ve içindeki aşk başka yer bırakmamış.

Pazartesi, Nisan 12, 2010

Spontan Insanlar Kulubu Iftiharla Sunar

Iki hafta once cuma, bir arkadasimin dogumgununu kutlamak icin gittigimde ertesi gun sabah 8 gibi bulusup Almanya'nin kuzeyine dogru yola cikma fikriyle mekandan ayrilmistim. Bu ilk kez olmuyordu, ayni kadroyla benzer bir sekilde 31 Aralik 2009da Bremen'e gitmistim.Yani bir gece oncesinden daha dogrusu bir kac saat oncesinden Almanya"nin bir sehrine gitmeye karar vermem ve dogru duzgun uyumadan cantami sirtlanip (eyalet icindeki trenlerde ucretsiz gezmemizi saglayan Semesterticket sagolsun) trene atladigim cok olmustur. Hatta grupca ilk spontanlik girisimim de herhalde gecenin 2sinde benim eski evimde yapilan bir anlasma sonucu oldu: Nevi sahsina munhasirlikta rekorlar kirmis iki kisi, Buket ve Onder'le ilk trenle Hamburg'a gitmek, uyumadan gezip dolasip, orada bir diger ikili Mine ve Emre'yle bulusup gece en gec trenle donmek (Eski spontanlar kulubunun temel tasiydi Buket, simdi kulubun Istanbul subesinin basinda.).

Buradaki ilk senemde  bu ucretsiz tren olayindan faydalanmak icin, ve biraz da buranin konforlu trenlerinde ne hikmetse baya iyi calisabildigim icin kendi kendime de kafama estikce cantami toparlayip bi yerlere gunu birlik gidip donuyordum.

Bu haftasonu yasadigim ise tum diger spontan gezilerimi golgede birakti. Cunku bir gun icerisinde gitmeye karar verip, valiz hazirlayip, kac gun , nerede kalacagimdan, nasil bir programla nereleri gorecegimden habersiz bir sekilde Almanya disina cikmam ilk kez gerceklesti. Tabii bunun icin oncelikle tum hazirliklari, planlari, rezervasyonlari kendisi icin hali hazirda yapmis olan ama gidemeyecegi icin bana ve (Lubeck ve Bremen gezilerinde de benimle olan bir baska spontan kisilik) Sibel'e devreden Cansuya tesekkuru bir borc bilirim =).

Sibel'le Paris turumuzu, iki gunde kesfettiklerimizi, fotograflarla buradan paylasacagim ama zamana ihtiyacim var. Persembe gunu saat (oglen) 2de birlikte gitmeye karar verip, 21:00da otobusun bizi alacagi yerde hazir bekliyorduk Sibel'le. Cok ama cok yorulduk. Ama Paris'i gormus olduk, boyle bir firsat kacmamaliydi gercekten.

Paris izlenimlerimi buraya aktarmadan once bir iki gun rica ediyorum, affiniza siginiyorum.

Sevgi ve Isikla Kalin

Çarşamba, Nisan 07, 2010

Kuzey Almanya'nın En Güzel Liman Kenti

Gecenin 4'ünde, evin içinin beyaz ve mavi ışıklarla gündüz gibi aydınlanmasının akabinde dışarıdan telsiz sesleri apartman içinden de kalabalık sesleri gelmeye başlayınca, her Türk gibi meraklılığımı konuşturdum, kapıyı açtım ve içeriyi güzel bir gaz kokusu doldurdu.

Neyse ki ciddi birşey yoktu yada vardıysa da itfaiye ve ambulans halletti. Ama ben o panik halinde aniden çıkmam gerekirse diye bir çanta bile hazırladım. Neyse ki gerek kalmadı. E durum böyle olunca, dedim en azından şu itfaiyecilerin bir fotosunu çekeyim balkonumdan... Flaşsız çekmeliyim ki farketmesinler di mi? Evet. Ama ben yanlışlıkla son anda flaşı adamlara altıncı kattan patlattım akabinde de ışık hızıyla içeri kaçtım ve ışıklarımı kapattım. Sanki anlaşılmadı... Bi de fotograf birşeye benzeseydi bari.

Şu an itibariyle ortalık sakinleşti. Ben de uyuyamayacağıma göre Lübeck gezisinden bahsedeyim dedim.

Bu cumadan pazartesiye kadar Paskalya tatiliydi. Birkaç arkadaşımın peşine takılıp Lübeck'e gittim. Fotoğraf çekmek için ortam ve şans arıyordum, bahane oldu. Lübeck çok güzel, hani büyülü denebilir neredeyse. Eskinin tüccar kenti döneminin tüm zenginliğini binalarında heykellerinde gösteriyor. Bu konularda çok konuşmayıp resimlere bırakacağım sözü.

Lübeck, Almanya'nın Kuzey Denizi kıyısındaki en büyük limanı. Hamburg'a bağlı ama Hamburg'un merkezi limanından daha büyük olmasına rağmen şehrin kendisi çok daha küçük. Yine de küçük göreceli tabi: Eğer 220000 nüfuslu bir kente küçük dersem ben bildiğiniz kasabada yaşıyorum. Üstelik içinden nehir de geçmiyor.

Bu şehri gezerken sürekli "Ben burada yaşamak istiyorum" diye sayıkladım durdum. Suyun varlığı bir şehri çok güzelleştiriyor gerçekten...

Resimlerin çoğunun üstüne tıkladığınızda orjinal hallerini görebilirsiniz. Bazıları da sizi bu fotoğrafların ve daha pek çoğunun bulunduğu (deviantArt) sayfama yönlendirecek. Blog formatından dolayı bazı fotoğraflar uzamış, sıkışmış gibi görünebilir, o yüzden üzerlerine tıklamınızı tavsiye ediyorum.

Lübeck Katedrali'nin dış görünüşü

Katedralin içinden bir görünüm





Şehirdeki pek çok kiliseden biri daha.


Eski şehir merkezinde, eski belediye binasının yanındaki çarşının içerinden görünüşü.

Hanın içindeki bir çiçekçi.

Eski şehrin etrafını saran Trave nehri.




Holstentor. Lübeck denince akla gelen ilk yapı. Almanya'da gördüğüm en güzel bina olduğunu söyleyebilirim. Anladığım kadarıyla eski zamanlarda şehrin giriş kapılarından biriymiş.


Salı, Nisan 06, 2010

Yumurta Tatili Sonrasi...

Paskalya tatilinde harika birsey yaparak günübirlik de olsa Göttingen'den kurtuldum. Lübeck isimli bir sehri kisaca ziyaret ettim. 

Sehri anlatmak icin vakte ihtiyac var. Ama isteyenler bu guzel sehirde cektigim fotograflardan bazilarini buraya tiklayarak gorebilirler. 

Gerisi, cok yakinda...


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails