Sayfalar

Çarşamba, Şubat 25, 2009

Sözde Özne'nin Normal Hali

III.

Normal nedir derim hep. Üstelik tek ben de demem. Bir-ben-var-benden-daha-ben-bazen, o da çok der bunu.

Neye normal denir? Bize niye anormal denir? Bize anormal mi denir? O zaman a-normal nedir? Başa dön: normal nedir?

Sabah ve akşam bir uydu gibi döndüğüm bir yörünge var. Yörüngenin sabah kısmının (M noktasından B noktasına en kısa gidiş) sonlarına doğru yol üstündeki ikinci kavşak gelir karşıma. Ayılmadan çıktığım günlerden biri ve cebimde bozukluk varsa, sol elimde az şekerli koyu kahve vardır. Kulağımda mp3-çalarım, o noktaya geldiğimde ya "People are strange" diyordur ya da "Where is my mind?". Mp3-çalarım bozuk, koyduğum şarkı sırasını da ben yapmadım ama hep aynı sıra çalıyor. O yüzden de yolda ne kadar oyalandığıma bağlı olarak o kavşağa geldiğimde bu ikisinden biri çalıyor. Bir de saat 10 olmadan vardıysam kavşağa ve hava hafif bulutluysa (havanın bu mevsimde, o saatte, bu şehirde berrak olma ihtimali gökten saksı yağma ihtimali kadar dersiniz. Denir evet, genellikle. Normalde demeyeceğim. Genellikle de değil aslında. Çünkü ben kaç kere denk geldim.) , hava hafif bulutluysa diyorduk, güneş çok ilginç bir renge bürünüyor ve benim karşıya geçmek için beklediğim yere gözleri kör edici bir şekilde sırıtıveriyor. Gözüme giren bu güzel, sıcacık güneş, kulağımdaki melodi, elimdeki kahve derken bendenizde gevşek bir gülümseme beliriyor. Bunu takiben de karşı kaldırımda birileri varsa, yüzlerinin bir anda bana kitlendiğini farkediyorum. Gülümseme yayılıyor.

Niye bu kadar tarif ettim? Normalin tanımını yaptığımı düşündüğüm anı hayal edebilin diye.

Yukarıdaki gibi bir gün, kahve, müzik, ışıklar ve güneş... İşte orada! Cevap. Normali buldum.

Buldum da...

Devam etmeden ne bulduğumu söyleyeyim.Hatta ondan önce de belirteyim : Ben matematikçi değilim! Yaptığım önermelerde ve QED kısayollarında sorun olabilir. Onarması için bir karabatak bulunur diye umuyorum.

Kendi çapımda uygulayabileceğim bir tanım bu: Normal bir durumun en çok tekrarlanan haline denir. Yani "basit" istatiksel olan normali hayata oturtuverdim (Lütfen bana Poisson Gauss demeyin şu noktada, yazının sonunda diyebilirsiniz.) .Zaten tanım buydu diyecekseniz. Hayal kırıklığına uğradınız belki. Belki diyorsunuz bu kadar tantana bunu için miydi? O zaman durun bir daha düşünün nelere normal dediğinizi. Normalin tanımı sosyal konulara gelince kağıt üstünde durduğu gibi durmuyor. Normalimiz -kişisel özellikleri geçtim- yetiştiğimiz ülkeye, yetişme şartlarımıza, eğitim durumumuza ve güncel konulara göre değişiklik gösteriyor. Bir standardımız yok normal için. Hatta bana öyle geliyor ki neyi görmek, duymak, yaşamak istiyorsak ona normal diyoruz. Olur mu? Olmaz, benim için en azından. Elbette normalin tanımından sonra normalin dışı, içi gibi konular da gündeme gelir. Sonra bizim ikili-düşünce-sistemine şartlanmış aklımız alışkanlıkla yapıştırıverir: normal = iyi, anormal = kötü. Orada durunuz, bunlar yalan, bildiklerinizi unutunuz, reset atınız. Ve ben burada kendimce normali tanımladıktan sonra da lütfen iyi-kötü gibi sınıflandırmalara girmeyiniz, gerek yok.

Geri gidelim tanıma: Güzel, dimi? Güzel geliyor kulağa. Niye? Çünkü basit, bilinen ek araçları var ileri analizler için ve içinde esnek bir kesinlik barındırıyor (Bu deyişi çok seviyorum!).

Normal bir durum için... Ama mesela biraz genişletirsek, olay uzayı olarak belli bir insan topluluğunu, durum olarak bir insan tipini seçersek, normal bir insan, baz alınan toplulukta en çok görünen insan tipine denir. (Burada tanımda hafif bir hava kaçırma oluyor, insan tipi kavramını statik değil!) Bunun gibi gidebilir sanki...

Hah, tam bu noktada, "sanki" der demez suratımdaki gülücük kayboluyor. Göttingen'deyim. Burası itinayla seçilen bir olay uzayı. Rasgelelik neredeyse yok gibi görünüyor ama seçinilen numuneler öyle bir numune ki, o kadar kararsızlar ki, o kadar her an herşey olabilir ki...

En çok tekrarlanan örnek için normal dedik ve uzayımız ne kadar rasgele seçilmişse o kadar güzel diyebilirsiniz ama rasgeleliliği arttırdıkça standard sapmalar felan da artıyor. Üstelik görünürde o kadar da rasgele olmayan ama derinlere indikçe rasgelenin en rast gelmişinden bir uzaydan bahsediyoruz.

Hadi bakalım, tanımımız patladı. Sırf insan tipi değil. Hani insanları tanımlamayı çoktan geçtim. Ama burada o kadar çok şey yaşadım ki : "Hadi be, olma ihtimali çok düşük" dediğim. İlk senenin sonunda iki cümleden ve bir kavramdan çoktan vazgeçmiştim bile: "Bunun olma olasılığı çok düşük.", "Bu da deli!" ve kavram olarak da ... ta-ta-ta-taaaaaam : NORMAL! Peki vazgeçtin de niye tekrar aranıyorsun derseniz: yakın zamanda lazım oldu.

Yani durumumuz: "Hadi buyur burdan yak" ve sözde bir özne olmayı seven sessiz bir kişilik olarak da sanal bir tartışma başlatıyorum, buyrun bana normali tanımlayın, ikna edin beni.

Önceden uyarayım, burada ayrıntıya girmedim ama evet, olasılık dağılımları üzerinde de az buçuk kafa patlattım :) Ayrıntıya girmiyorum ve kendimi tartışmalara saklıyorum. Tartışa tartışa açılalım efendim.

Sözde Özne

I.
Söz örterse Sus'u,
Sus Göz'de.
Sus örterse Söz'ü,
Söz Göz'de.
Sen örtersen Göz'ü,
Ben sözde.

II.
Eliniz incinir. Sararsınız. Bazen o sargı çok sıkı gelir. Ama farketmezsiniz. Hani rahatsız etmeyen bir sıkılıktır o. Her yere hala kan gitmektedir. Ama deri pek nefes alamaz sanki. Öyle düşünürsünüz. Ama o hafif uyuşukluk hissi de hoşunuza gider.
Elinizi tekrar kullanabileceğinizi farkettiğinizde, açarsınız sargıyı. Uzun zamandır hareket etmemiş olmanın verdiği bir şaşkınlık vardır elinizde. Daha doğrusu sizde, çünkü eliniz söz dinlemez. Açmaya çalışırken bir bebek gibi izlersiniz elinizi, nasıl hareket ediyor diye. O sırada farkedersiniz, sargılı eliniz sargısız elinizden daha pürüzsüzdür. Hafif bir izi vardır sargının belki, o kadar.
Pamuk gibidir eliniz.
Yeni gibidir.
Bazen sırf bu yüzden ellerimi, kollarımı sarasım gelir. Kendimi sarasım gelir.
Nereye kadar sararsam açılmam bir daha onu bilemem. Ondan korkarım. Çok sarmam. Biraz sararım. Yenilendiğim kadar.
Hem incinen yerler varsa da iyileşmiştir. Ne güzel.
Sargı çok kalırsa hatta belki, deri öyle incelir ki, sonunda içindeki boşluğu, bulutları gösterebilirim herkese.
Herkes sarmalı kendini, sımsıkı, hava boşluğu kalmamacasına. Sonra da açmalı. Sonra tekrar sarmalı, sonra tekrar açmalı.
Kötü değil, kötü değil. Kendini sevmece.

kaynak : do{ Sus += Sus ; Söz -=Söz ;}while(göz>0);

Salı, Şubat 17, 2009

Oturmaya mı geldik?

Hadi kalk.

Gidiyoruz.

Yorgunsun, biliyorum, ama yetmedi mi boş yere oturup da saniyeleri susturduğumuz?
Zaten göz açıp kapaman yeter, yol yoksa yolculuk da yok.

Uzak ve dokunulmaz. Sınırsız ve bizim. Şekilsiz ve dokundukça renkleniyor dip köşe.
Gel, boşver şimdi. Neymiş bütün o sorular, bırak gitsin. Zincirlerimizden kurtulmuştuk güya, nasıl da demirlemişiz olasılıksızlıklara. Özgürlük bağımlısı olmuşuz kendi aklımızda.
Akıp gitsin zaman dediğin kuruntu.

Sessizlik. Tek cevap bu.
Yollara düşmenin ne alemi var. Varabileceğin son noktadayız işte.
Onlara uzak, bunlara sessiz, şunlara gülücük.
At kahkahalarını artık saklama. Bak kimse yok yorumlara tanımlara sokacak seni. Bırak gitsin içindeki nedensiz neşeyi.
Sanki ne olacak daha? Giden gitmiş, kıran kırmış, geçen geçmiş. Oturup da daha neyin hesabını yapacağız.

Sal kopyalarını yelkovanla akrebin üzerine. Uğraşsın o, kimsenin ruhu duymaz.

Zaten ben senim, sen bensin, sadece minicik bir incir çekirdeğiyiz üstelik.
Hadi artık ne bekleyeceğiz uygun koşulları, filiz vermeyi, ağaç olmayı, meyve vermeyi. Hadi hadi, döngüler bitmiş.

Hayat bizden başlamış.

Hayat bizden gitmemiş.

Üstelik kaçırmamışız da filmi bak.
Daha sadece reklamlardaymış.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails