Sayfalar

Pazar, Ocak 25, 2009

Bir Masa Saatinin Varoluşunu Sorgulaması

Saatin kolları dolandı birbirine.
Vazgeçtiler ilerlemekten.
Hem ilerleselerdi de
Kendilerini kandıracaklardı.
Akıllıca bir seçimdi dolanmak
İnsanca bir bakış açısıyla.
Ama dolanmayı seçmemişlerdi aslında.
Çaresizdiler.
Zira çok bir sarhoştu
Saatin minik pili.
Şaşırdı eksiyi artıyı.
Saat de şaşırdı önceyi sonrayı.
Şimdi bu dolanmış haliyle
Eminim farketmiştir
Varoluşundaki anlamsızlığı.
Çok da güzel küfretmiştir
Kendisini oraya yerleştirip de
Olmayanı göstermesini bekleyen
Bendenize.
Aramızda kalsın bu:
Aslında zavallı saatçik
Sadece bir avuntuydu,
Yalanları yuttuğuma
Kendimi inandırmak için.

Pazartesi, Ocak 19, 2009

Çemberin Üstünde Olmak Gerek Bize

Gözlerim bomboş, kilitli ekrana. Ne okusam, ne izlesem tatmin etmiyor. Sırf uyumamak için nafile kaçışlarda usta oldum. Biliyorum.

Kendimi sansürlüyorum,susturuyorum içimdeki sesi. Ses çıkmıyor ki zaten, sadece tuzlu bir iki damla su yüzümde. Kelimelerin akışkanlığını yaşıyorum.

Ve bu çemberde bir nokta sadece, ne ilk ne son.

Ne yana baksam acı, ölüm ve ızdırap ama yine de umut var, ışık var. Ama ışık olsun diye kendimi mi yakıyorum?

Hadi bakalım , ne işe yaradı senin bol kıvrımlı beynin şimdi? Bir bakteri bile senden kat kat daha memnun hayatından. Niye? Evet, basit de ondan.

Karamsar değilim, lanetler de yağdırmıyorum yalnızlığıma.

Belki de sadece "çok hızlı yürüdüm ve ruhum geride kaldı."

Çalışmak diyorum, çaren bak şu kağıtların üstündeki minicik minicik işaret gruplarında saklı. İster inan ister inanma.

Hadi bir gayret, hadi bir adım.

Oysa ben biliyorum ki artık, bunu istemiyorum. Oysa ben biliyorum ki hiç bir halt bilmiyorum ve bilemeyeceğim. Tüm bunlar sadece oyun. Ben biliyorum ki içimdeki salt istek, salt huzur beni yakalamayacak bir kağıt üstünde. Ya da bir deney tüpünde, ya da bilgisayarın sanal deneylerinde. Ben biliyorum ki ben bilmiyorum. Ve evet çağlar sonra daire gene aynı noktaya varıyor. En azından bunu kanıtlıyorum kendime.

Ama bir çember çizmişler benim dışıma. Onun dışına başka bir çember, onun dışına başka bir çember belki de. Ben geçmek istiyorum. İçeride ya da dışarıda değil, tam üstüne tırmanıp noktalarla gezmek istiyorum. Ama yok, bu çemberler benim bildiğim çemberler değil.

Yok, karamsar değilim. İnatçıyım. Ben içeride ya da dışarıda değilim. Ben bir kategori, bir sayı değilim. Ben herhangi bir kağıt parçasında bir kelime değilim. Benim hayatım, benim çemberim sınırlı değil. Ben hayal gücüyüm, fikrim, hissim. Ben aslında yokum ama hiç olmadığım kadar varım. Ben salt bir beden değil, onun en küçük parçasıyım. Ben göründüğüm değil, olduğumum. Konuştuğum değil, sustuğumum.

Gel de anlat, hadi.

Ne olur anlat.

Sen anlatamazsın, ben de anlatamam.

Ve "çözüm" der, uzun kemikli parmaklar kağıt yığınını işaret edip, "çözüm okumakta.Daha fazla ve daha fazla. Kendini kaybedene kadar okumakta."

Ben de anlatan biri çıkana kadar okurum.

Ama işte... işte özlem budur.

Acele

Kokunu bende unutmuşsun.
Dün buldum yastık kılıfımın içinde.
Yıkamayla geçmemiş boş hayal kokusu.
Şanslısın, kokunu buldum.
Ama yüzün hala kayıp.

Perşembe, Ocak 08, 2009

Bolero

Etrafınızda gittikçe yoğunlaşan kara bulutlar görüyorsanız ilacı : Bolero...Ravel'in meşhur başyapıtından bahsediyorum.

Ne zaman kendimi kendimin diplerinde hissetsem, bir el uzatıp açıyorum youtube'dan bir konser kaydı ve geçiyorum karşısına. Bu ne demek? Bu hareketsiz, kıpırdayamadan, tüy gibi bilinçsiz bir şekilde kendini müziğe bırakmak ya da sen tutsan bile onun seni alması demek. Bolero böyle bir parça.

Bolero aslında bir latin müzik türünü ve onunla ilişkili dansı ve şarkıları temsil eder. Karakteristik özelliği yavaş ama keskin temposudur. İspanya'da Sebastiano Carezo ve Küba'da Pepe Sanchez kendi ülkelerine has boleroların babaları olarak bilinirler. Bu iki boleronun çıkışları birbirinden bütünüyle bağımsız olmuştur. Bolero daha sonra Latin Amerika'ya yayılır ve farklı formlar kazanır.

Klasik müzikte boleronun etkisi Chopin'den Debussy'e pek çok farklı bestecide kendini gösterir. Ama en bilinen bolero Ravel'in başyapıtıdır. Aslında temelinin büyük bölümünde bolero değil, Küba'da tangonun öncülü diyebileceğimiz habanera yatar. Parçanın orjinal ismi de Fandango'dur ve Rhapsodia española isimli bir bale eserinde yer alır. Ancak daha sonra bir konser parçasına dönüşmüştür. Bence çok da iyi olmuştur.

Ravel'in Bolerosu çok ama çok hafif başlar. Duymakta zorlanırsınız. Kulak kabartmanız gerekir dikkatlice. Müziğin kendi özelliğinde olsa da bu kadarı bence Ravel'in zekasıdır. Sizi müziğe odaklayarak başlar. Yavaş yavaş yükselirken müzik siz ne birer birer kendini gösterip gittikçe çoğalan enstrümanları ne de melodideki hafif oynamaları farkedersiniz. Müzik içinize adeta akar.

Başından sonuna Bolero, ruhunuzu bir şelalede yıkamak gibidir.

Bolero'nun hakkını vererek çalınabilmesi için devasa bir orkestra gerektiğini düşünüyorum. Şu ana kadar izlediğim tüm değişik kayıtlardan da aynı sonuca çıktım. Ne kadar çok müzisyen, ne kadar usta bir şef, o kadar güzel bir Bolero. Özellikle de konserleri izleyin, müzisyenlerin kendilerini kaptırışlarını, el hareketlerini, giderek artan coşkularını ve huzurlarını seyredin.

Bolero hem görsel hem işitsel bir meditasyon.Sürekli tekrarlanan o temel melodi, bir mantra gibi içinize işliyor. Ama hiçbir mantra sizde böylesine coşku, böylesine bir huzur yaratamaz diye düşünüyorum. Çünkü bu mantra tüm duyularınıza hitap ediyor.

Peki ben niye bu kadar övdüm şimdi bu parçayı? Sonuçta zevk meselesi kesinlikle. Ama ben az önce, birden içimden uyanan bir ışıkla farkettim ki Bolero hayatı anlatıyor. O sürekli tekrarlanan melodi işte hayatın özü. 10. dakikadan sonra da uyanış, farkına varış başlıyor. Hem sadece hayatı da değil, Aşk'ı anlatıyor. Ben zaten Aşk'ı hayatın salt bir parçası gibi düşünemiyorum, bizzat hayatın kendisi ile örtüşüyor Aşk.

Doğduğumuz andan itibaren, her bir köşeden sesler fışkırıp usulca karışıyor hayatımıza. Biz onları yoğuruyoruz ve kendi hamurumuzu yapıyoruz farketmeden. Sonra ilerledikçe yolumuzda, sesler belirginleşiyor. Eğer korkuyorsak, korkmaya, sinmeye alışmıssak, soruları sormayı unutmuşsak, bu sesler, bu gittikçe belirginleşen sesler çekilmez bir gürültü halini alıyor. Eğer merak ediyorsak hala, hala cevapsızsak, bu melodinin içine gizlenmiş cenneti farkediyoruz. Ve istesek de istemesek de bu müziğin içerisinde ilerliyoruz. Ya gürültülü bir cehennem oluyor sonu ya da farkındalığın aydınlattığı bir cennet bahçesi.

Cennetimizi de cehennemimizi de içimizde büyütüyoruz. Hamurumuzu düşüncelerimizde, zihnimizde pişiriyoruz.

Peki ya Aşk'ı televizyonlardan mı tanıyoruz yoksa içimizden mi? İçimizdeki kıvılcımlar Aşk. Ama sadece bir insanın bir insana duyduğu değil. Aşk, varlığın ötesine geçebilecek tek yüce duygu. Tek kalıcı duygudur bence. İnsan gözlerini açtığından son kez kapadığı ana kadar onu hayatta tutar. Varolan tüm çiçeklerden, varolan tüm baharatlardan sarhoş edici bir parfüm gibi biraz biraz barındırır içinde. İçimizde ilkin bir ateş böceği gibi farkettiğimiz, giderek bir yangın gibi bizi saran, renklenen, çoğalan ve huzura varan Aşk. Paylaşıldıkça sesleri çoğalan, gürleşen Aşk.

Bolero sadece bir beste. Ama her sanat eseri gibi hayatı ve Aşk'ı, dolayısıyla da cenneti ve cehennemi, huzuru ve hüznü içinde taşıyor.

NOT:
Sizlerle çok beğendiğim bir konser kaydını daha öncede paylaşmıştım. Bu linkten ulaşabilirsiniz:

Ve harika bir modern/tango yorumu :


Son olarak, Bolero gibi sade ama çarpıcı bir parçaya gidebilecek en sade ve en etkileyici dans:

Sus(a)mak

Susuyorum
Aceleye,
Mai renklere,
Hissizliğe.

Susuyorum
Adaletsizliğe,
Sevgisizliğe,
Bilmişliğe.

Susuyorum
Saflığa,
Sessizliğe,
Renksizliğe.

Susuyorum
Huzura,
Bir'liğe,
Aşk'a.

Susuyorum
Son damlasına
Tükenenen bir çağlayanın.

Susuyorum
Susmalarımıza.

Çarşamba, Ocak 07, 2009

Cevapsiz

Bir gecede
Kac olu cikar
Yalniz bir benden?

Bir bende
Kac teget gecer
Utanip sana degen?

Bir sende
Kac ben bakar
Kadehin kosesinden?

Bir kadehte
Kac ay vardir
Ayri dusmus geceden?

Bir gecede
Kac ask sarkar
Kalanin gozlerinden?

Altıda Bir

Bugün çoktan bitti.
Hatta geçti yeni günün
Tam altıda biri.
Ben hala sendeyim.

Şafak sökmedi,
En karanlık hali dünyanın.

Şarkıları mı kızsam,
Kendime mi kızsam?
Hayyam mı suçlu,
Yoksa tahta kokusu mu
Şaraba karışan?

Şimdi ben ne yapsam?
Bataklık gibi bu yatak,
Nereye dönsem ağır,
Nereye dönsem umarsız.

Dizelerin mi kıvrılıp
Beni sarsa ve uyutsa?
Yoksa bıraksam da
Dolsa mı en içerilere
Yeni gün ile kırağı?

Belki bu geceler,
Belki bu şişeler,
Belki bu şarkılar değil;
Ama bu Aşk var ya
Adamı şair yapar.

Pazar, Ocak 04, 2009

Nefes

Tüm varlıklarda
Bir yokluk gizli.
O yoklukta
Evrenin huzuru.

Tüm eylemlerde
Bir edimsizlik gizli.
O edimsizlikte
İçin huzuru.

Tüm sohbetlerde
Bir nefes gizli.
O nefeste
Dostun huzuru.

Ve nefes hızlı sözlerden.
Ve nefes derin gözlerden.

Cuma, Ocak 02, 2009

Zahiri Bataklık



Seni bilmem
Ama ben sevindim
Senli eksilmelere,
Çünkü öze döndüm.

Zaten yoktu,
Olmayan başlamaz, bitmez.

Hem baktım bulamadım
Dediğin bataklığı
Karanlık ve yapışkan,
Hani seni benden kaçıran.

Demek ki sen
Kendi bataklığından kaçmışsın.

Perşembe, Ocak 01, 2009

Yalnızlık


İki kelama bir içten gülüş,
İki ese bir nargile dumanı eş.
Benim dünyamda boşluklar da
En az kalabalıklar kadar hoş.

Gözlerim sessizse dost,
Bana sakın küsme,
Benim çarem yalnızlıktır.

İsyanımız varsa hala
Durmayan zamana,
Bu delilik de bizim değil mi?
Fısıltılar karışır rüzgara.

Derdine ilaç olam dost,
Gel yine delirelim ama,
Senin çaren yalnızlıktır.

Yıldızlara dalıp gitsek,
Şehirlerimizde kaybolsak,
Suslar konuşssa da
Biz şu huzura bir varsak.

Gözlerle anlaşıp dost,
Zihinde bir olsak da,
Kaderimiz yalnızlıktır.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails