Sayfalar

Pazartesi, Temmuz 14, 2008

Zindelhof ve Renkler...

Göttingen Kültür Gecesi'ni anlattığım yazımda ikinci durağım Zindelhof'tan ve arkadaşım Doğa Akdoğan'ın resim sergisinden daha ayrıntılı başka bir yazıda bahsedeceğim söylemiştim, sözümü tutuyorum, biraz gecikmeli de olsa.

Kısaca hatırlatalım, 4 Temmuz gecesi Göttingen Kültür Gecesi'ydi. Her yaştan, her milletten Göttingenliler farklı yaşam tarzlarına ve belki farklı müzik zevklerine de sahip olsalar, sokaklarda, kafelerde,barlarda ve hatta şehir kütüphanesinin içinde müzik sayesinde bir araya gelmişler ve coşkulu ve "kültür" dolu bir gece geçirmişlerdi. Ben de uzun zamandan sonra canlı blues dinleme olanağı bulduğum için gecenin sonunda havalarda uçuyordum.

Müziğin bayramı dışında da, geceye renk katan, hayal katan başka bir olay daha vardı: İki eski binanın arasında boşluğa sıkışıvermiş Zindelhof'un eşssiz atmosferindeki renklerin bayramı!

Doğa rengarenk, canlı, enerjik, hayat kokan bir insan. Göttingen'de tanıştığıma en memnun olduğum kişilerden biri. Resim tutkusu hep varmış Doğa'da, ama 1 sene önce resim yapmayı meslek edinmeye karar vermiş, ve şu anda da bir yandan Göttingen Tagesblatt (Göttingen'in yerel gazetesi) çalışıp bir yandan da Akademi seçmelerine hazırlanıyor. Doğa, Göttingen serüvenine Orman bilimleri ve ekoloji ile başlamış, sonra biyolojik bilimler ve ekoloji olarak değiştirmiş. Sonunda onu da bırakıp resime odaklanmış. Mart 2008'den beri de Göttingen'de bir heykeltraştan fikir alıyor, seçmelere daha iyi hazırlanabilmek için.

Zindelhof'a gelirsek...

Zindelhof bir ikinci el dükkanı aslında. Ama çok orjinal ve neredeyse gotik bir dekorasyon oluşturuyor raflarındaki satılık eşyalar. Zindelhof Göttingen'in en ilginç mekanlarından biri. İçeri girdiğiniz andan itibaren bir sıcaklığın sizi sardığını hissediyorsunuz. Burada herşeyi bulabilirsiniz aklınıza ne gelirse! (Hafif ürkütücü kocaman bir oyuncak "melek"ten oyuncak arabalara, porselen takımlardan televizyona kadar...) Sahibi Tilo da oldukça güler yüzlü ve neşeli bir insan gözlemlediğim kadarıyla. Doğa bir süre burada resim yamış ve bu şekilde tanışmışlar. Kültür Gecesi'nin olacağı gece için de Doğa'ya resimlerini getirip asmasını önermiş. Resimler, eski ve birbiriyle alakasız eşyalarla dolu rafların üzerine misinaya benzeyen teller gerilerek asılıyor. Arka planda her biri ayrı hikayeler barındıran envai çeşit kap kacak, oyuncak ve önlerinde Doğa'nın resimlerindeki insana coşku veren renk selleri.

Çok uzun uzun yazmaktansa, Zindelhof'tan fotoğraflara bırakmak istiyorum sözü.

Göttingen'de yaşayıp da buraya uğramamazlık etmeyin! Göttingen'de değilseniz ama yolunuz olur da bir gün bu tarafa düşerse, burayı mutlaka görün! (Hala Zindelhof'un yerini bilmeyenler varmış Göttingen'de, Villa Cuba'yı sorun gösterirler,onun yanında...)

Yorumlarınızı bekliyoruz!

Sevgi ve Işıkla Kalın.

NOT: Fotoğrafların üzerlerine tıklarsanız orjinal boyutlarında görebilirsiniz.


































































































Pazar, Temmuz 06, 2008

Uykuda Kopyalanan Huzur

Derler ki insanın özü
Uyurken dökülür yüzüne
Sen
Ne güzel uyuyorsun!

Bir koşudayız sanki.
Birbirimizi tüketiyoruz.
Kimin kini kime belli değil
Niyeler kayıp,
Nasıllar ayıp.

Gözlerimle çiziyorum
Siluetini
Kopyalıyorum kendime,
Renklendirmek için yeniden.

Benler soluk ışığında adaletimin.
Yasadışı bir grup var içimde.
Onlar büyüdükçe
Ben susuyorum.
Ve sen uyurken,
Ben masumiyetine saşıyorum.

Saçlarını okşayıp
Dizimde uyutsam seni.
Sonra ben de kaybolsam yüzünde
Girsem uykuna,
Daha mutlu olur muyuz?
Soru işaretlerinden
Ünlem işaretlerinden kurtulur muyuz?
Bitmeyen bir cümlenin
Üç noktası olabilir miyiz,
Huzurla yüzünden akıp giden?

Aksam gözlerinden içeri
Çıkmasam bir daha
Beni gizler misin
Uykunda?

Cumartesi, Temmuz 05, 2008

Göttingen'de Müzik ve Renklerin Bayramı

Bu gece, Göttingen Kültür Gecesi. Her köşe başında bambaşka lezzetlerde müzik var. Tüm Göttingen, genci yaşlısı demeden sokakta.

Ve gece Göttingen Senfoni Orkestrası ile başlıyor.

Orkestra son derece büyük. Christoph-Matthias Müller'in şefliğinde Hollywood başlıklı bir konser veriyorlar. Konserde Broadway'den ve Film müziklerinden seçmeler çalınıyor. Konser Göttingen'in ufak meydanında, doktora kutlamalarının klasik yeri Gänseliesel'in önüne kurulan dev bir sahnede gerçekleşiyor. Bir yanda -bence bir iç mimari şaheseri- eski belediye binası, üç yanı saran eski Alman evleri, konserin atmosferini tamamlıyor. Sahnenin önüne yerleştirilen oturma yerleri demir çubuklarla sınırlandırılmış, oraya geçmek için 9 euro gerekiyor. Tabii bir de hemen konser alanının yanındaki,eski belediye binasının altındaki pahalı restoranda oturanlar da konseri hem ruhlarını hem de karınlarını doyurarak izliyorlar.

Sahnenin hemen dibinden değilse de biraz ileriden ayakta da seyredebiliyorsunuz. Ben de öyle yapıyorum.

Konserin belki de klasik müzikle hiç alakası olmayan insanların da dinlemesi için, daha popüler bir hale sokulmasına şaşırmıyoruz.Hatta insanlara klasik müziğin hiç de sıkıcı olmadığını göstermek için harika bir örnek oluşturuyor bu konser. Yine de asıl eğlenceyi sağlayan, orkestranın önüne geçen "sahne performansı" ile şef Müller. Şu ana kadar gördüğüm en deli dolu şef Müller ve özellikle de seyirciyle iletişimi harika.

Konser Oklohoma ile başladı ve Operadaki Hayalet'ten bir potporinin ardından Wilewska, Morricone'nin "Bana Ölümün Şarkısını Çal" isimli parçası ile sahnede. Bir Brodway müzikali Poggy ve Bess'den potporilerle konser devam ediyor. Sonra sıra ünlü first lady Eva Peron'un hayatını anlatan ve sonraları Madonna ile özdeşleşen Evita müzikalinin en bilinen şarkısı Don't Cry For Me Argentina'da. Wilewska eşliğindeki parça tüm meydanı büyülüyor. Batı Yakası Hikayesi'nden bir potporinin ardından Wilewska bu sefer gişe rekorları kıran ve Leonardo Di Caprio ve KAte Winslett'in harika oyunculuklarının yanı sıra konusu ve görselliğiyle de akıllara kazınan Titanic'in Altın Küre de dahil sayısız ödül kazanan tema şarkısı, "My Heart Will Go On" ile sahnede. Ama parça tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor Orkestra ve solist çok iyi de olsalar tempo çok hızlı ve bir an önce parça bitirilip konser sonrası bir yerlere yetişilecekmiş izlenimi veriyor. Bu kadar film müziği çalınır da Monty Norman'ın yazdığı ve milyonların ezberlediği James Bond (Dr. No) müziği çalınmaz mı? Orkestra çalarken herkes tempo tutuyor ve parçadan sonra Bravo'larla inliyor ortalık. Ardından Şef Müller, resmi olarak son şarkılarını çalacaklarını söylüyor,elbette ki bu kalabalık onları bırakmayacak ve bunu o da biliyor. Dolayısıyla aslında programda yer alan Star Trek çalınmıyor onun yerine Henry Mancini'nin aralarında Peter Gunn, The Godfather, Pembe Panter, Tiffani'de Kahvaltı ve Love Story gibi efsane filmler ve dizilere yazdığı müziklerden bir potpori ile konser "resmen" sona eriyor.






Elbette Orkestra alkışlarla tekrar geliyor ve bu sefer benim tüm konser heyecanla beklediğim Star Trek'te sıra. Son derece başarılı bir performansla meydandaki herkesi ,ve belki de en fazla (dizinin küçüklüğünden beri hayranı olan) bendenizi büyülüyorlar.



Günün ayrı bir önemi var Almanya'dan çok uzak, başka kıtadaki bir ülke için. O gün 4 Temmuz, Amerikalılar için Kurtuluş Günü. Şef bunu da atlamamış ve kapanış "Stars and Stripes" ile geliyor.

Yavaş yavaş gün batarken Göttingen'deki havanın dengesizliği bir kez daha ortaya çıkıyor; gündüzki sıcak,bunaltıcı havadan eser kalmıyor ve benim gibi gündüzde kalıp incecik çıkmış insanlar donmaya başlıyorlar. Tabii tüm konser boyunca ayakta durmuş olmamız da sanırım buna katkıda bulunuyor.

Güzel insan (kanka tabir edilen) Buket'le beraber seyrettik konseri. İkimiz de donmaya başlayınca dedik o zaman sıcak birşeyler gerek.

Ama Göttingen'de saat 22pm'i geçmiştir ve zaten pek çok dükkan 18de kapanmaktadır. Biz de avare bir şekilde ufak bir tur attık kültür gecesinin renklendirdiği, güzelleştirdiği Göttingen sokaklarında. Her bir köşe başında bambaşka müzikler: Blues'dan Klasik'e dini korolardan R&B'ye Country'e kadar... Müzik ve yürüyüş biraz içimizi ısıtır ama yetmez.

Zaten geç kalmadan Zindelhof'a gitmek gerekir.

Evet, ikinci adres Zindelhof. Burası bir ikinci el dükkanı, Göttingen'in Universität Apotheke'sinin ve Villa Cuba'sının arasındaki apartman boşluğuna yerleşmiş, Yılbaşı Pazarları'nın benim gibiler için vazgeçilmez mekanı. Kışın, yılbaşı pazarları kurulduğunda bu "han" Glühwein'ı ile bizim içimizi ısıtır, insanlar ikinci el eşyaların oluşturduğu sıradışı ama sıcak dekorasyonun içine karışır, adeta bir parçası olur ve yılın son ayının tadını çıkarır. Ama bugün buraya geliş nedenimiz farklı. Bugün yakın bir arkadaşımın, Doğa Akdoğan'ın resim sergisi de var Zindelhof'ta. Göttingen'deki en ilginç yerlerden biri olan Zindelhof'tan ve Doğa'nın sergisinden bir sonraki yazımda ayrıntılı şekilde bahsedeceğim.

Burada Burcu da aramıza katılıyor ve Doğa'nın getirdiği en güzelinden Türkçe müziklerle bir iki kadeh Bordeaux şarabı yudumluyoruz. Handa yok yok, ayağımı uzattığım içiçe iki demir leğenin içleri su dolu. Ama o kadar eski ve güzeller ki ıslanma ihtimalini umursamıyorum, çıplak ayaklarımı uzatıyorum üstlerine ve onları hissediyorum. Hikayeleri uzun. Buradaki her bir eşyanın içinde bir hikaye gizlediğini farkediyorum bir anda. Bu han yaşıyor. Raflara serpiştirilmiş birbiriyle alakasız yüzlerce eşyaya göz gezdiriyorum. Burcu bana kendini Taksim'in ara sokaklarında hissettiğini söylüyor ve hepimiz sessizce gülümsüyoruz. Bir İstanbul'a gidiyoruz, kim bilir nereleri gezip Göttingen'e Zindelhof'a geri dönüyoruz.

Artık kalkma vakti. Doğa'ya ve Zindelhof'un sahibine (adını unuttum) teşekkür ederek Göttingen sokaklarına geri dönüyoruz.

Botanik Bahçenin girişindeki Cafe Botanik'te dansöz olduğu yazıyor elimizdeki programda. Botanik Bahçe'de ve son derece entel Cafe Botanik'te dansöz görmek eğlenceli olabilir diye yola çıkıyoruz. Meydana geldiğimizde, burada ateş çeviren gençlere takılıyoruz bir süre. İzlemek bizi büyülüyor. İlerlemeye devam ederken yolda tanıdıklara rastlıyoruz. Göttingen küçük, hele bir de böyle bir eğlence varsa şehir merkezinde kesinlikle tanıdıklarınızı görürsünüz. İlerlerken kulağımıza Blues geliyor. Yan sokaklardan birinde Bremen Şarapevi'nin yanına kurulan platformda çok usta bir grup blues ve rock çalıyor. Oraya yöneliyoruz. Çevremizdeki yaş ortalaması birden artıyor. Standlardan şarap alanlar, dans edenler ortalama 40- 45 yaş civarında. Sahnenin önüne geldiğimizde daha da ilginç bir manzara ile karşılaşıyoruz. Gençler etrafta durmuş hafif hafif müziğe eşlik ederlerken ortada altmışlı yaşlarda olduklarını tahmin ettiğim kadınlı erkekli bir grup gençliklerini hatırlamışcasına dans ediyor. Kıyafetleri ve danslarına bakınca bir anda gençliklerini görüyorum karşımda. Göttingen'de , belki de aynı sokakta, yine blues eşliğinde dans eden bir grup genç.Zaman ilerlemiş, geçen yıllar o elbiselerin içindekilerin sadece görünüşlerini değiştirmiş. Buket ve Burcu'ya dönüyorum, "Bakın biz de böyle olucaz" diyorum. Buket gülümsüyor, "Biz daha deli oluruz Pınarcım" diyor. Haklı galiba.

Bu sırada omzumda bir el hissediyorum, dediğim gibi Göttingen küçük, eğlence büyük. Cansu ve arkadaşları yanımızdalar. Gecenin ve şehrin enerjisini bir ayna gibi yansıtıyorlar durmadan dans ederek ve kahkahalar atarak. Etafıma bakıyorum. Bu çok güzel bir an kesinlikle. Her yaştan insan müzikle bir araya gelmiş. Her milletten her "sınıf"tan. Ve herkesin yüzünde o gülümseme, kendini müziğe bırakmanın getirdiği huzur ve mutluluk. Herkes kendince tadını çıkarıyor melodilerin. Ben, uçuyorum. Buraya geldiğimden beri aradığım müzik bu. Çok ama çok mutluyum. Ve sonunda çok eğleniyorum.

Ufak konser bitiyor, ve biz başka nerede ne var diye ilerliyoruz. Burcu ayrılıyor bizden, yorgun ama mutlu. Biz de farkediyoruz ki her yer yavaş yavaş bitiyor. Ama daha çok erken diyorum kendi kendime, saatime bakıyorum saat 2:30 olmuş. E bu saatte bitiyor bu ufak şehir. Yine de herkes sokakta. Müzik dinmiş ama mutlu, yorgun biraz da çakırkeyif insanlar dolaşıyor Göttingen sokaklarında. El ele, kol kola. Sokakların bu saatte bu kadar kalabalık olması, saat akşam 8miş gibi, cıvıl cıvıl olması beni kendime getiryor. Şehir daha bitmemiş. Bugün değil. Burası belki İstanbul gibi canlı bir şehir değil ama hala yaşıyor. Hala biraz umut var.

Artık evlere dağılma vakti. Cansu'yu ve grubunu kaybediyoruz yolda. Sonra Buket'le yürümeye başlıyoruz. Yürürken ikimizin de o sırada Boğaziçi'ni düşündüğünü farkediyoruz. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştik ikimizde. İçimizde garip bir his var, ve yarın bilime son hız dalma isteği. Bu bize üniversiteden, hala "okulum" dediğimiz yerden kalmış. Şanslıydık, her hafta Çarşamba konserlerinde klasik müziğe doyardık. Sayısız konser olurdu. Okulun korolarının ve gruplarının konserleri de cabası. Müziğe ve aslında sanatın her koluna doyardık ve akşam yatağa ertesi gün bilime uyanacağımızı bilerek yatardık. Burada bu çok eksik kaldı. Motivasyonumuzu düşüren belki de buydu.

Eve doğru yürürken, üniversitenin merkez kampüsünden geçiyoruz. Kulağımıza House, R&B müzikleri geliyor. Yaklaşıyoruz. Zentral Mensa'nın(yani yemekhanenin) önündeki bahçede ve içerideki fuaye alanında parti var. Herkes çılgınca eğleniyor. Sportler Party (Sporcu Partisi) olduğunu öğreniyoruz kapıda. Giriş paralı. Uzaktan kalabalığı izliyoruz bir süre. Buradaki kalabalık şehirden çok farklı. Ama her yer yine rengarenk ve insanlarda bu kez biraz farklı da olsa coşku ve enerji var.Biz yine de girmemeye karar veriyoruz. Buket'in damağında gecenin tadı, bozmak istemiyor, zaten çok da yorgunuz. Eve doğru ilerlemeye devam ediyoruz.

Kapıyı açıp eve girdiğimde yüzümde hala bir gülümseme var.


Bu gece, Göttingen'de eskisi gibi sanata doyduk.


Yarın bilime uyanmak üzere...


Sevgi ve ışıkla kalın efendim.

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Bir bilgisayar oyunu ve bir klasik müzik konseri...


Göttingen son günlerde neredeyse Muson İklimi yaşıyor. Gündüz inanılmaz bir sıcak ve nem, akşam inanılmaz bir yağmur ve şimşekler...Almanya'nın ortasında olduğuma inanamıyorum bazen. Küresel ısınmaya hala inanmayan var mı? Göttingen'de misafirim olabilir.

Bugünkü hava beni bir acaip yaptı gerçekten, bünyem şaşırdı. Bir de buna obez canavarlarım eklenince, oh, yeme de yanında yat!

Hepimizin içinde stresle beslenen ufacık canavarlar var.

Gün içinde beynimizin, bilincimizin sürekli strese odaklanmasını ve kendimizi rahatlatmanın - en pozitif bakış açısına sahip olanlarımız için bile- fazladan uğraşı ve enerji gerektirmesini başka türlü açıklayamıyorum artık.

Ama o canavarları susturan şeyler de besleyenler kadar günün içinde gizli. Bir bilgisayar oyunu gibi, günün sonuna doğru hızla ilerlerken yol üstünde farklı renklerdeki puanları topluyoruz. Gri stres puanları, pembe mutluluk puanları, beyaz huzur puanları, yeşil sevgi puanları, mavi ilgi puanları... Gri puanlar canavarları beslemek için, diğer renklerin çoğu ,ama öncelikle beyaz, ise susturmak için. Tabii saf ve kesin bir ayrım yapamıyorum, bazen diğer renklerin içinden de gri çıkıveriyor, mesela mavi puanlar genelde gri puanlarla geliyor şu sıralar.

Bugünlerde yolum üzerinde en çok gri puanlardan var. Onlardan en az toplayarak ilerlemeye çalışıyorum genelde, ama bugün "çürük puan"a denk gelip 100 gri puan kazandım!

Günümü anlatmak için "negatif" kelimeleri kullanmamaya çalışınca, anca böyle anlatabiliyorum derdimi.

Elbette sırf benim günüm için değil bu. Ülkecek gri puan bağımlısı olduk ve daha da kötüsü kara kapkara kriz puanlarına yöneldik şu sıralar. Son sürat yokuş aşağı gidiyoruz , bakalım ne zaman fırtınalı denizlere uçucaz.

Gerçekten çok şeyler var söylemek istediğim (hem ben hem de ülkem için büyüyerek ilerleyen) bu kriz dönemiyle ilgili, ama şu anda dalarsam kendimi çok yıpratıcam sanırım.

Onun yerine, günün bana en fazla beyaz puanı veren etkinliğine geçmek istiyorum: Akademische Orchester Vereinigung Göttingen (Göttingen Akademik Orkestra Konsorsiyumu) Klasik Müzik Konseri...

Konserde Bartholdy ve Strauss çaldılar,ve Strauss'dan en sevdiğim senfoninin en güzel kısımlarından birini.Ne yazık ki kameram yanımda değildi ve telefonumla çektiğim videonun ses kalitesi çok düşük. Burada paylaşamıyorum.

Ama kesinlikle tavsiye ediyorum: Vakit ayırın, arşiv karıştırın ve size en uyan bestecileri ve klasik müzik parçalarını bulun. Elinizin altına bir yerlere koyun bu parçaları. Renginiz griye çaldıkça bu parçalardan renk alın.

Benim favorilerim : Rachmaninov, Ravel ve Strauss'dur, ama çok değişik müzisyenleri hatta Liszt'i bile sevebiliyorum bazen. Yine de, her rengi içinde barındıran müthiş bir parça: Ravel - Bolero. Çok popüler ama bir o kadar da derin bir parça. Sizler için youtube'da bulduğum en güzel versiyonunu buraya ekliyorum (Türkiye'de hala youtube sorunu var biliyorum ama bu sorunu kırmanın yöntemlerini de bulmuş bulan elbette =) Tavsiyem, hala youtube'a erişemeyenler : internette ufak bir tarama ile sanırım bir sürü farklı yol bulabilirsiniz.)

1.Bölüm


2.Bölüm


Sevgi ve Işıkla Kalın Efendim.

Salı, Temmuz 01, 2008

Bana içimin resmimi yapabilir misin Abidin?

Blogu açma amacım aslında içimden ne geçerse yazmaktı ama şimdi bir yandan da okuyan kişileri ürkütmek istemediğim için yazamıyorum sanki, yeni bir blog açmak istemediğime göre, ürken ürksün kalan sağlara mangal yapayım.

Velhasıl...

İç sıkıntısını aştım artık. Süreklilik kazanan iç sıkıntısı ilginç bir boyuta varıyor,galiba buna erme deniyor. Bir dostun başka bir kadim dosta dediği gibi, daha fazla deliremeyeceğimiz için eriyoruz. Ama erince de erdiğimiz yerden "Alooooooooo" diyince sesimiz ulaşamıyor, dolayısıyla çok fena bir yerlerde aslı kalmışız hissi doğuyor ve anlıyoruz kiiii ermek o bizim sandığımız ermek değil aslında, böyle yumusak elde dağılan duman gibi birşey ve böyle insanın içini kaplayınca o duman insana bir titreme geliyor.

Anlatamama ihtimalim üzerinde düşünmüyorum bile. Empatinizi sonuna kadar açın, alıcınızın ayarlarıyla oynayın, ama sonra eski ayarları bulabileceğinizden de emin olun.

Son zamanlarda gökyüzüne bakmak içimi rahatlatıyor,bir sona erme ve ermeme, aslında bütünleşme ve kayıp gitme, buharlaşma ve yıldızlara bağırma hali doluyor içime ;bu genelde iç sıkıntısının basıncını arttırıp patlatarak kendisine ohhhhhhhhhh denen bir hale vardırıyor. (bir nevi sivilceyi sıkıp içini boşaltmak gibi. Kocaman sivilcelere dönüşüyoruz bazen.) Patlama etkisiyle içeride ne var ne yok dışarı uçtuğu için de bir süre bir boşluk bir cam-gözlülük yaşanıyor. Velhasıl güzel şeyler bunlar, ki bunu diyen göreceli kavramlara uyuz olduğu için kendi lugatından yıllar önce çıkarmış ve tüm göreceleri yeniden tanımlamıştı ama güzel deyince size ne güzelse siz onu anlayın, o da olur.

Aaaaaaaaaaaah aaaaaaaaah
Son zamanlardaki tüm yazılarıma bir resim iliştirdim ama şu anda fotografimi çekip iliştirsem mesela, bir uyarı eklenmeli yazının başına gece okumayın kabus gördürtür diye. Bilemiyorum.

Aslında kendimi tırmalamak böyle kıymık kıymık bırakmak beni çok rahatlatacak. Böyle anlarda yakası coooooook acık seyler giyiyorum, yok kazara yakası hafif kapalı bisii giydiysem de zaten yakası acık hale geliorlar.

Son zamanlarda, sırf kendimde değil bir de benden dışarıdaki ben diyebileceğim ve insanların kanka olarak adlandırdıkları su bazlı seyreltilmis bağımlı varlıkta gördüğüm, amuda kalkma isteği var. İlginç, böyle yürürken bir anda amuda kalkıp ellerim üstünde yürüyesim geliyor.Ya da konuşurken bir anda amuda kalkasım ve ööööle durasım gelior. Evde denedim amuda kalkamıyorum dolayısıyla o şekilde yürümeyi günlük hale getirebilmek zaman alıcak.

Örümceklerim ısırıyor ve ben kendimi tırmalıyor muyum?

Şu an vardığım görsellikte etrafta milyonalrca ipliğimsi örümcek var; ben
başka yere bakınca ortalıkta dolanıyorlar, vay o ne diye kafamı ceviriyorum o göz ucuyla gördügüm harekete.Yok orda bisii. Hızlı yaratıklar bu örümcekler.

Aslında tabi onlar da su. Belki nasıl buharlaşacaklarını öğrenmişlerdir.

Su bazlı varlıklar olduğumuza göre keşke bir de buharlaşabilseydik, çok güzel olurdu. Isıtmak değil sırf, bazı durumlarda yeterince basınç uygulamak da fazlar arası değişim sağlayabildiğine göre bu "iç sıkıntısı" ya da "ermişimsi hali" devam ederse basınç yardımıyla buharlasma noktamı bulcam ve size de haber vericem mutlaka bir şekilde. (Siz kimsiniz sahi?)

Burada bitirip yazıyı yatağa atlıyorum, ipligimsi örümceklerimle beraber ve böyle iri iri su damlacıklarına ayrılıp önce yatağın üstünde kalakalıyorum sonra da buharlaşıyorum.

Sevgiler efendim....


(Abidiiiiiiin?)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails