Sayfalar

Cumartesi, Temmuz 05, 2008

Göttingen'de Müzik ve Renklerin Bayramı

Bu gece, Göttingen Kültür Gecesi. Her köşe başında bambaşka lezzetlerde müzik var. Tüm Göttingen, genci yaşlısı demeden sokakta.

Ve gece Göttingen Senfoni Orkestrası ile başlıyor.

Orkestra son derece büyük. Christoph-Matthias Müller'in şefliğinde Hollywood başlıklı bir konser veriyorlar. Konserde Broadway'den ve Film müziklerinden seçmeler çalınıyor. Konser Göttingen'in ufak meydanında, doktora kutlamalarının klasik yeri Gänseliesel'in önüne kurulan dev bir sahnede gerçekleşiyor. Bir yanda -bence bir iç mimari şaheseri- eski belediye binası, üç yanı saran eski Alman evleri, konserin atmosferini tamamlıyor. Sahnenin önüne yerleştirilen oturma yerleri demir çubuklarla sınırlandırılmış, oraya geçmek için 9 euro gerekiyor. Tabii bir de hemen konser alanının yanındaki,eski belediye binasının altındaki pahalı restoranda oturanlar da konseri hem ruhlarını hem de karınlarını doyurarak izliyorlar.

Sahnenin hemen dibinden değilse de biraz ileriden ayakta da seyredebiliyorsunuz. Ben de öyle yapıyorum.

Konserin belki de klasik müzikle hiç alakası olmayan insanların da dinlemesi için, daha popüler bir hale sokulmasına şaşırmıyoruz.Hatta insanlara klasik müziğin hiç de sıkıcı olmadığını göstermek için harika bir örnek oluşturuyor bu konser. Yine de asıl eğlenceyi sağlayan, orkestranın önüne geçen "sahne performansı" ile şef Müller. Şu ana kadar gördüğüm en deli dolu şef Müller ve özellikle de seyirciyle iletişimi harika.

Konser Oklohoma ile başladı ve Operadaki Hayalet'ten bir potporinin ardından Wilewska, Morricone'nin "Bana Ölümün Şarkısını Çal" isimli parçası ile sahnede. Bir Brodway müzikali Poggy ve Bess'den potporilerle konser devam ediyor. Sonra sıra ünlü first lady Eva Peron'un hayatını anlatan ve sonraları Madonna ile özdeşleşen Evita müzikalinin en bilinen şarkısı Don't Cry For Me Argentina'da. Wilewska eşliğindeki parça tüm meydanı büyülüyor. Batı Yakası Hikayesi'nden bir potporinin ardından Wilewska bu sefer gişe rekorları kıran ve Leonardo Di Caprio ve KAte Winslett'in harika oyunculuklarının yanı sıra konusu ve görselliğiyle de akıllara kazınan Titanic'in Altın Küre de dahil sayısız ödül kazanan tema şarkısı, "My Heart Will Go On" ile sahnede. Ama parça tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor Orkestra ve solist çok iyi de olsalar tempo çok hızlı ve bir an önce parça bitirilip konser sonrası bir yerlere yetişilecekmiş izlenimi veriyor. Bu kadar film müziği çalınır da Monty Norman'ın yazdığı ve milyonların ezberlediği James Bond (Dr. No) müziği çalınmaz mı? Orkestra çalarken herkes tempo tutuyor ve parçadan sonra Bravo'larla inliyor ortalık. Ardından Şef Müller, resmi olarak son şarkılarını çalacaklarını söylüyor,elbette ki bu kalabalık onları bırakmayacak ve bunu o da biliyor. Dolayısıyla aslında programda yer alan Star Trek çalınmıyor onun yerine Henry Mancini'nin aralarında Peter Gunn, The Godfather, Pembe Panter, Tiffani'de Kahvaltı ve Love Story gibi efsane filmler ve dizilere yazdığı müziklerden bir potpori ile konser "resmen" sona eriyor.






Elbette Orkestra alkışlarla tekrar geliyor ve bu sefer benim tüm konser heyecanla beklediğim Star Trek'te sıra. Son derece başarılı bir performansla meydandaki herkesi ,ve belki de en fazla (dizinin küçüklüğünden beri hayranı olan) bendenizi büyülüyorlar.



Günün ayrı bir önemi var Almanya'dan çok uzak, başka kıtadaki bir ülke için. O gün 4 Temmuz, Amerikalılar için Kurtuluş Günü. Şef bunu da atlamamış ve kapanış "Stars and Stripes" ile geliyor.

Yavaş yavaş gün batarken Göttingen'deki havanın dengesizliği bir kez daha ortaya çıkıyor; gündüzki sıcak,bunaltıcı havadan eser kalmıyor ve benim gibi gündüzde kalıp incecik çıkmış insanlar donmaya başlıyorlar. Tabii tüm konser boyunca ayakta durmuş olmamız da sanırım buna katkıda bulunuyor.

Güzel insan (kanka tabir edilen) Buket'le beraber seyrettik konseri. İkimiz de donmaya başlayınca dedik o zaman sıcak birşeyler gerek.

Ama Göttingen'de saat 22pm'i geçmiştir ve zaten pek çok dükkan 18de kapanmaktadır. Biz de avare bir şekilde ufak bir tur attık kültür gecesinin renklendirdiği, güzelleştirdiği Göttingen sokaklarında. Her bir köşe başında bambaşka müzikler: Blues'dan Klasik'e dini korolardan R&B'ye Country'e kadar... Müzik ve yürüyüş biraz içimizi ısıtır ama yetmez.

Zaten geç kalmadan Zindelhof'a gitmek gerekir.

Evet, ikinci adres Zindelhof. Burası bir ikinci el dükkanı, Göttingen'in Universität Apotheke'sinin ve Villa Cuba'sının arasındaki apartman boşluğuna yerleşmiş, Yılbaşı Pazarları'nın benim gibiler için vazgeçilmez mekanı. Kışın, yılbaşı pazarları kurulduğunda bu "han" Glühwein'ı ile bizim içimizi ısıtır, insanlar ikinci el eşyaların oluşturduğu sıradışı ama sıcak dekorasyonun içine karışır, adeta bir parçası olur ve yılın son ayının tadını çıkarır. Ama bugün buraya geliş nedenimiz farklı. Bugün yakın bir arkadaşımın, Doğa Akdoğan'ın resim sergisi de var Zindelhof'ta. Göttingen'deki en ilginç yerlerden biri olan Zindelhof'tan ve Doğa'nın sergisinden bir sonraki yazımda ayrıntılı şekilde bahsedeceğim.

Burada Burcu da aramıza katılıyor ve Doğa'nın getirdiği en güzelinden Türkçe müziklerle bir iki kadeh Bordeaux şarabı yudumluyoruz. Handa yok yok, ayağımı uzattığım içiçe iki demir leğenin içleri su dolu. Ama o kadar eski ve güzeller ki ıslanma ihtimalini umursamıyorum, çıplak ayaklarımı uzatıyorum üstlerine ve onları hissediyorum. Hikayeleri uzun. Buradaki her bir eşyanın içinde bir hikaye gizlediğini farkediyorum bir anda. Bu han yaşıyor. Raflara serpiştirilmiş birbiriyle alakasız yüzlerce eşyaya göz gezdiriyorum. Burcu bana kendini Taksim'in ara sokaklarında hissettiğini söylüyor ve hepimiz sessizce gülümsüyoruz. Bir İstanbul'a gidiyoruz, kim bilir nereleri gezip Göttingen'e Zindelhof'a geri dönüyoruz.

Artık kalkma vakti. Doğa'ya ve Zindelhof'un sahibine (adını unuttum) teşekkür ederek Göttingen sokaklarına geri dönüyoruz.

Botanik Bahçenin girişindeki Cafe Botanik'te dansöz olduğu yazıyor elimizdeki programda. Botanik Bahçe'de ve son derece entel Cafe Botanik'te dansöz görmek eğlenceli olabilir diye yola çıkıyoruz. Meydana geldiğimizde, burada ateş çeviren gençlere takılıyoruz bir süre. İzlemek bizi büyülüyor. İlerlemeye devam ederken yolda tanıdıklara rastlıyoruz. Göttingen küçük, hele bir de böyle bir eğlence varsa şehir merkezinde kesinlikle tanıdıklarınızı görürsünüz. İlerlerken kulağımıza Blues geliyor. Yan sokaklardan birinde Bremen Şarapevi'nin yanına kurulan platformda çok usta bir grup blues ve rock çalıyor. Oraya yöneliyoruz. Çevremizdeki yaş ortalaması birden artıyor. Standlardan şarap alanlar, dans edenler ortalama 40- 45 yaş civarında. Sahnenin önüne geldiğimizde daha da ilginç bir manzara ile karşılaşıyoruz. Gençler etrafta durmuş hafif hafif müziğe eşlik ederlerken ortada altmışlı yaşlarda olduklarını tahmin ettiğim kadınlı erkekli bir grup gençliklerini hatırlamışcasına dans ediyor. Kıyafetleri ve danslarına bakınca bir anda gençliklerini görüyorum karşımda. Göttingen'de , belki de aynı sokakta, yine blues eşliğinde dans eden bir grup genç.Zaman ilerlemiş, geçen yıllar o elbiselerin içindekilerin sadece görünüşlerini değiştirmiş. Buket ve Burcu'ya dönüyorum, "Bakın biz de böyle olucaz" diyorum. Buket gülümsüyor, "Biz daha deli oluruz Pınarcım" diyor. Haklı galiba.

Bu sırada omzumda bir el hissediyorum, dediğim gibi Göttingen küçük, eğlence büyük. Cansu ve arkadaşları yanımızdalar. Gecenin ve şehrin enerjisini bir ayna gibi yansıtıyorlar durmadan dans ederek ve kahkahalar atarak. Etafıma bakıyorum. Bu çok güzel bir an kesinlikle. Her yaştan insan müzikle bir araya gelmiş. Her milletten her "sınıf"tan. Ve herkesin yüzünde o gülümseme, kendini müziğe bırakmanın getirdiği huzur ve mutluluk. Herkes kendince tadını çıkarıyor melodilerin. Ben, uçuyorum. Buraya geldiğimden beri aradığım müzik bu. Çok ama çok mutluyum. Ve sonunda çok eğleniyorum.

Ufak konser bitiyor, ve biz başka nerede ne var diye ilerliyoruz. Burcu ayrılıyor bizden, yorgun ama mutlu. Biz de farkediyoruz ki her yer yavaş yavaş bitiyor. Ama daha çok erken diyorum kendi kendime, saatime bakıyorum saat 2:30 olmuş. E bu saatte bitiyor bu ufak şehir. Yine de herkes sokakta. Müzik dinmiş ama mutlu, yorgun biraz da çakırkeyif insanlar dolaşıyor Göttingen sokaklarında. El ele, kol kola. Sokakların bu saatte bu kadar kalabalık olması, saat akşam 8miş gibi, cıvıl cıvıl olması beni kendime getiryor. Şehir daha bitmemiş. Bugün değil. Burası belki İstanbul gibi canlı bir şehir değil ama hala yaşıyor. Hala biraz umut var.

Artık evlere dağılma vakti. Cansu'yu ve grubunu kaybediyoruz yolda. Sonra Buket'le yürümeye başlıyoruz. Yürürken ikimizin de o sırada Boğaziçi'ni düşündüğünü farkediyoruz. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştik ikimizde. İçimizde garip bir his var, ve yarın bilime son hız dalma isteği. Bu bize üniversiteden, hala "okulum" dediğimiz yerden kalmış. Şanslıydık, her hafta Çarşamba konserlerinde klasik müziğe doyardık. Sayısız konser olurdu. Okulun korolarının ve gruplarının konserleri de cabası. Müziğe ve aslında sanatın her koluna doyardık ve akşam yatağa ertesi gün bilime uyanacağımızı bilerek yatardık. Burada bu çok eksik kaldı. Motivasyonumuzu düşüren belki de buydu.

Eve doğru yürürken, üniversitenin merkez kampüsünden geçiyoruz. Kulağımıza House, R&B müzikleri geliyor. Yaklaşıyoruz. Zentral Mensa'nın(yani yemekhanenin) önündeki bahçede ve içerideki fuaye alanında parti var. Herkes çılgınca eğleniyor. Sportler Party (Sporcu Partisi) olduğunu öğreniyoruz kapıda. Giriş paralı. Uzaktan kalabalığı izliyoruz bir süre. Buradaki kalabalık şehirden çok farklı. Ama her yer yine rengarenk ve insanlarda bu kez biraz farklı da olsa coşku ve enerji var.Biz yine de girmemeye karar veriyoruz. Buket'in damağında gecenin tadı, bozmak istemiyor, zaten çok da yorgunuz. Eve doğru ilerlemeye devam ediyoruz.

Kapıyı açıp eve girdiğimde yüzümde hala bir gülümseme var.


Bu gece, Göttingen'de eskisi gibi sanata doyduk.


Yarın bilime uyanmak üzere...


Sevgi ve ışıkla kalın efendim.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Fistik sagol, güzel diline ve emegine saglik! hemen de döktürmüs;) Ayrintili Zindeldof haberini de bekleyoruz..Zindelhofun sahibinin adi Tilo:)
DoGa

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails