Sayfalar

Salı, Haziran 10, 2008

Küçük Gri Hücrelerde Kıpırtılar 1


Güçlünün kazandığı bir dünya bu değil mi? Hayır, ilk haliyle değil. Biz yokken değil.

Güçlünün kazandığı bir dünya değil, çünkü doğanın kendisinde kazanmak yada kaybetmek yok. Av-avcı ilişkisinde de avcı kazanan değil. Dengenin sağlanması için bu böyle ve kazanmak ya da kaybetmek bu anlamda yok. Bu insanin ayrimci zihninin bir sonucu.

Sadece bir döngü var. Bir başı yada sonu yok. Doğanın içinde bu döngü gizli. Biz kendimizi doğadan üstün görüp bu döngüyü kaçırarak yapabileceğimiz en büyük yanlışı yapıyoruz. Doğanın organik birer parçasıyız. Herşeyin birbiriyle kardeş olduğunu,tüm canlılığın eş oluğunu anlamak neden bu kadar zor olabilir? Herşeyin bir olduğu savı hoşgörü ve paylaşımı beraberinde taşır.Ama kardeşlik aynılık değil.

Denge düzen demek değil. Dengenin içinde farklılık ve temelinde de kaos yatar.

“Modern” insan, hoşgörüsüz ve bencil.Her ne kadar hızla gelişen bir bilinç olsa da insan hala dengeden uzak. Dengeyi bulabilmek için paylaşımı görmesi ve hoşgörüyü anlaması,özümsemesi gerekir. Bunlar kabul edilen birer yasa olamaz. Doğanın yasaları yok aslında. Yapılabilecek tek şey anlamak,anlamaya çalışmak. Ama tümü görerek.

Anlamak tümüyle ilkel oluşu gerektirmez. Tersine anlamanın getireceği bizim teknolojimizin çok üstünde olacak; bu noktada kötüye kullanma da var olmayacak. Zaten insanlar birbirlerini de anlamayı ön planda tutacak ve birbirlerine üstün gelmeye çalışmayacak. Şu anda hiyeraşiyi güçlendirmekte kullanılan bilim ancak bu ortamda gerçekten özgür olabilir. Bilim anlamak için hizmet ettiği zaman sadece bilim olabilir. Cevabın kendisinden çok sorunun önemli olması da bu yüzden; çünkü her cevap bir soruyu getirecek ve döngünün bir sonraki aşamasına, belki de, geçilebilecek.

Anlamak için sormak gerekir.
Sormak için düşünmek gerekir.
Düşünmek içinse özgür olmak gerekir.
Hiçbir şey aslında düşünceyi engelleyemez.
İnsanın tek hapishanesi insanın kendi aklıdır. (bunu benden önce de düşünen biri vardı.)
Aklın sınırları hoşgörü ve paylaşımla genişler ve bu sürekli geri beslemeli bir döngüdür.

Felsefe insan düşüncesinin birikmesiyle olan bir "sonuç" aslında. Bir çok felsefenin sonunda din haline gelmesi neden peki? Çünkü insan kendi engellediği beyninde,aklında engelleri göremiyor. Bir kurtarıcı arıyor, aradığı kurtarıcının kendi olduğunun farkına varmadan. Kendisi sadece kendi engellerini kaldırabilir ama bu kolay değil şüphesiz. Bu durumda alışılan kolaycılık hazır felsefeye yöneliyor. Onu birer yasa gibi kabul ediyor. Soruların cevaplarının soru olduğunu unutarak doğrularını bulduğunu düşünerek yalanlarıyla zihnini doyuruyor. Felsefe düşünme iken din düşünmek istememe oluyor. Kimse kimseyi düşünmesi için zorlayamaz. Pek çok felsefeyi din haline getiren üstünde düşünülmemesi. Aslında felsefe pek çok insanın farklı yollardan benzer sonuçlara çıktığı yolların toplamıdır ve din olarak kabullenilmiş her felsefenin kabullenme sonucu belli yerlerde tıkandığı ama daha önceden düşünülüp paylaşılmış olanların farklı topluluklar için dini kurallar haline geldikten sonra bile birbirlerine çok benzediğini görmek şaşırtıcıdır.

Saf dinlerin gösterdiği yöntemler, ibadetler aslında insanın zihnini rahatlatma, huzura eriştirme amacı taşır. Bu bir nevi düşünmeyi kolaylaştırıcı, insana kendi girdaplarında kaybolmaması için yol gösterici özellikte. Huzura erişen bir beyin için anlayışa giden tüm yollar önünde serili, onu aydınlatan yıldızların olduğu gökyüzü berrak. Bu haliyle saf din, aslında toplulukların hayatı algılama, anlama ve yaşama için ortaklaşa izledikleri yollar gibi. Saf dinin gösterdiği yollar, ne zaman ki toplulukları güden emirler olarak algılanmış, ne zaman ki dinin aslından onu yorumlayanların düşüncelerini ezberleyerek uzaklaşılmış, orada aslında felsefe/dinin işaret ettiklerine yüz çevrilmiştir.

Ne yazık ki bizim zamanımızda saf din kalmadı. Dolayısıyla, “modern” anlamda bakınca, din yoktur. Düşünce vardır. Felsefe vardır. Din susturulmuş ve konuşması istenmeyen düşüncedir. Bunun farkına varıldığında inanmak, çözümüne inanmak, anlamanın arayışında bir yol olacağından artık engel değildir. İnanmak soru sormayı engellemediği sürece zaten felsefe değil midir?

İnsanın sormaktan kaçması insanın aklındaki ilk engel.

Ama en önemlisi değil.

İnsanın ilk günlerinden beri olan bu kolay sonuca varma,kestirmeden gitme alışkanlığı ilk ve en basit engel.

Sahiplenme ise belki de en büyük engel. Sahiplenmenin gözle görünür sonuçlarının bazıları bencillik, üstünlük duygusu, savaşma dürtüsüdür.

Bizim her gün okullarda yaptığımız şey nedir? En büyük sahiplenme değil mi? Bize biçilen rolü sahiplenmek değil mi? Oysa başkalarının önceden düşündüğü şeylerin izinden gitmek, bize söylenenleri yapmak düşünmek midir? Bize bir seçim sunuluyorsa bu seçimin belli bir rolün gereği olup olmadığını düşünüyor muyuz? Gerçekten kendi özgür irademizle mi seçiyoruz? Eğer seçimimizden sonra özgürce hareket edemiyorsak, bu seçimle ilgili başka rollere uymak zorunda kalıyorsak bu seçim göründüğü gibi özgür bir seçim midir,yoksa kendimizi özgür hissetmemiz için verilen bir elma şekeri midir?

Örneğin eğer seçimimiz bilim insanı olmaksa neden hala birbirimizle yarışıyoruz? Yarışıyorsak seçimimiz bilim insanı değil en iyi olmaktır. Bilim insanı olmak için en iyi olmak değil, anlamak öğrenmek önemli değil mi? Neyde nasıl en iyi olduğumuz farketmez. En iyi olmak bize biçilen roldür, bizden her zaman en iyi olmamız beklenir. Yapamaycaksak yine başka bir rol biçilir onda da hizmet ederiz. Oysa bu ikisi de olmayabiliriz. Ne sahip ne de sahiplenilen.

Kendimiz olmak için özgür seçim yapmamız gerekir.

Tüm bu sahiplenme güçlünün yendiği sanal dünyayı oluşturur. Gerçek değiller. Sahiplenme ortadan kalktığında önüne çıkan dağların birer serap olduğunu görmek de şaşırtıcı ama beklenmesi gereken bir şey.

Bununla beraber bu rolleri kabullenmiş insanların arasında yeni ve gerçek dağlarla da karşılaşılacak. Hiçbir yol düz değil. Ama anlamanın önünde engel olmadıkları sürece hiçbir dağ aşılmaz değil. İnsan beyninde özgür olduktan sonra hiçbir engel önemli değil.

Sahiplenmezsen ve sahiplenilmeye karşı koyarsan doğaya yaklaşabilirsin. Buradaki sahiplenme terimim açık mı acaba yeterince? Doğal koşullarda, mesela primat topluluklarına baktığımızda, (alan, rol, eş, hatta yiyecekler üzerinde) sahiplenme çok açık ve net bir amaç taşır: Çoğalmak. Hayatta kalmanın da doğada çoğunlukla amacı çoğalabilmek, topluluğu devam ettirebilmektir. Bu benim kullandığım anlamda bir sahiplenme olmuyor, sanırım bu açık.

Elbette özgür seçimle de zor olanı yani sahiplenmeden vazgeçmeyi reddedebilirsin. Bu, bir an için 3D gözlüklerini çıkartıp çevrendekilerin gerçek görünümlerine bakmak sonra 3D gözlükleri tekrar giymeye karar vermek gibi. Ama insan bunu özgürce seçiyorsa yine sorun değil. Bu onun özgür seçimidir. Bir bakıma kendini kandırmak,kendine yalan söylemek olsa da bilinçli olarak bunu seçebilir.

Yani İkinci engel sahiplenme...

Paylaşmak gerekiyorsa paylaşabilecek birilerinin olması gerekir. Ve insan paylaşmadıkça özgürleştiğini hissedemiyor. Nerede olduğu anlaması için dışarıdan bakabilmesi gerekiyor. Son engel belki de bu anlamdaki yalnızlık. Ama elbet bir gün bir insanla daha paylaşabileceğini,en azından düşündüklerinin bir kısmını, kelimelerle anlatılamayanlar içeride kalsa bile, biraz da olsa paylaşabileceğini bilmek, umut etmek bu son engeli de kaldırıyor.

O halde (engeller kalkınca)...

Yürümeyi öğrenmek gerek.

Yürümeyi başladıkça seçimlerimiz, isteklerimiz belirginleşecek, ve algımız berraklaşacak. Gerçeklik kavramına dalmak istemiyorum, ama şu alıntıyı da yapmadan edemedim : (Ne Biliyoruz Ki?- What the bleep do we know?)



Tüm "giyindiklerimizi" o 3D gözlüklerle beraber yolun kenarına bırakmayı başarabilmek...O hafiflik...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazıldığı gün okuduğum ,ama ancak yorum gönderebildiğim bu yazı , özgür seçim,mücadele,başarı,denge konularında , uzun uzun düşünmeme neden oldu....
Özgürlük nereye kadar, ya özgür seçim , gerçekten olabilir mi?Cevap evetse ,nasıl olabilir, nasıl olmalı? Mücadele , başarı denge yaşamda ne ifade ediyor?
Tüm bu kavramlarla ilgili fikirlerim vardı elbet .Ama bu yazı bana tekrar sorgulattı bu kavramları ...Bu sorgulamaların sonunda " birey olarak, TAM ANLAMIYLA ÖZGÜR OLMANIN,TAM ANLAMIYLA ÖZGÜR SEÇİMLER YAPMANIN" mümkün olmadığı sonucuna vardım yine.Yaşamdaki rollerimizle(anne,baba,eş,sevgili,arkadaş,dost...her ne ise )tek kişilik bir oyun sergileyemediğimiz için ,tam bir özgürlük ve tam özgür seçimlerin olabilirliği boşlukta kalakaldı..Madem ki isteğimizle/isteğimiz dışında bağlı olduğumuz insanlar,ilişkiler,durumlar hep olacak , bu durumda MÜMKÜN OLAN ŞU BENCE;Kendimize zarar vermeyecek/verdirmeyecek seçimleri yapmakta özgürüz.Bu seçimler toplumun öngördüğü seçimler de olmayabilir üstelik...Eğer bu seçimlerde bedenimiz,zihnimiz,ruhumuz dengede ve çevreyle uyum ve huzur içindeysek ,bunu sağlayabilmişsek eğer,yaptığımız özgür seçim mutlaka "anlatılabilir" ve "anlaşılabilir"olacaktır.

Adsız dedi ki...

BA�ARI,bunun i�in M�CADELE gerekli mi dedim sonra kendi kendime..."Evet" dedi i�im..Hernekadar "insan olma"n�n tek �l�t� olmasa da ,ba�ar� mutlulu�un en ba�ta gelen ara�lar�ndan biri...Mutluluk da varolu� ama�lar�m�z�n en �nemlilerinden biri...
Ba�ar� �evreyle,di�er insanlarla uyumu ve ayr�ca ki�iye kendini geli�tirmek i�in yeni ve hayallerindeki e�siz f�rsatlar� da getiriyor bence..
Ba�ar� da m�cadele ,�aba gerektiriyor ve m�cadelenin i�inde de ,kendimizi ba�kalar�na kan�tlamaya u�ra�mak,rekabet,yar�ma da var malesef..
Tarih boyunca bilgelerin ula�t�klar� m�kemmellik bile uzuuuuun �aba ve m�cadelelerle kazan�lm�..
"Kibir ve s�n�rs�z h�rstan uzak insanlar i�in ba�ar� hep mutluluk arac�d�r" diyorum ben...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails